Skip to main content

Full text of "Uludağ (Bursa Halkevi Mecmuası), Sayı: 31"

See other formats


ULUDAĞ 


5 NA Joolkiri 'Darngi 


Namdar Karatay 
Haydar Tolun 
Rami Karul 
Riza Yalgın 
Malik Adalan 
İsmet Kür 

N. Seriman 
Emin Ülgener 
İsmet Bozdağ 
Celâl Sıtkı Gürler 
M. Erdem 


Kenan Özbel 


Tomas Moor 


Rudyard Kipling 


İÇİNDEKİLER 


— Makale — Sahife 


Devrim Diyalektiği ............ . Namdar Karatay r 
Evietik Terbiye hakkında... . . , Haydar Tolun 
Mukayeseli bir tahlil lizumu....... . İsmet Bozdağ 18 


— Tercüme — 


Ferdi Ruhiyat .........-. ... . Adlar (Rami Karul) 1 

Laila ge ME ERE seçssss, Tamasmoor (Manzum) 10 

ayete a ele pi 2.4.4... » Rudyard Kipling 29 
-- Tetkik — 

İptidai İğdişçilik......:....... Riza Yalgın 30 
N. Konsonantı... FG Malik Adalan 35 
— Şiir — 

Eu büyük Ber ..u ui . . İsmet Kür 6 


Daimi Bekleyiş . . . N. Seriman 14 


Artık Gülemiyorum ..... .... . Emin Ülgener 15 
e BE Aa lemek Bözdağ 2 
AODAİRK elli sa mİ, e, ba PİR ara İİ Işık 38 


Sym içinde s1... a.s 2 
Halkevi komite faaliyetleri . . . 39 
Yörük Obasında ... M. Erdem 19 
Yeni imzalar . . .. » Şiirler 45 
all 2 CO e : 40 
— Mensur şiir — , 
Ml ra a ir sssss. 0. Kenan Özbel 21 


— Hikâye — 
Değişenadam......... ( Hikâye ) Celâl Sıtkı Gürler 45 


GE EDA Ga 


il 
—— | HALKEVLERİ |———— 
Mit Birliğin | 2 ci Kânun 7947 
İkültür Kaynağı| — —— 


Devrim Diyalektiği 
NAMDAR KARATAY 


IV 


Şimdiye kadar ileri sürdüğümüz fikirlerle şunu anlatmak 
istedik: sosyal kıymet sistemleri ve sosyal müesseseler üstün 
bir iradenin, yüksek bir şuur ve zekânın eseri olarak meydana 
gelmiş değildirler, belki bütün bu müesseseleri ve bu kiymet 
sistemlerini yaratan Sosyal bir otomatizm vardir Nasıl insan- 
. ların ve bütün canlıların yer yüzüne çıkışlarını tabiat - üstü bir 
© iradenin eseri gibi gösteren teolojik teoriler bugün tarihe ka- 
rışmış ve birer efsane haline gelmişse insan topluluklarının do- 
ğuşunu da rasyonalist veya volontarist görüşlerle izah eden 
sistemlerde »— yalnız 'vakıalar üzerinde hüküm veren müsbet il- 
min karşısında — ayni şekilde tarihe mal olmuşlardır 


Bir çekirdeğin toprak altında çatlaması, filiz vermesi, 
dal budak salması ve çiçek açması nasıl o çekirdekte bulunan 
hayati enerjinin muayyen bir nizamına tabi olarak vuku bulu- 
yorsa insan topluluklarının oluşları da kendi bünyelerinde do 


El 


ğan “Sosyal enerji, nin, yalnız kendine has Sui generis bir 
diyalektiği ile meydana gelmektedir. ve her topluluk—oluşu- 
na uygun şartlar buldukça — haiz olduğu Enerjetik tansiyon 
nisbetinde, ayni yollardan ve safhalardan geçerek gelişecek, 
serpilecek ve olgunlaşacaktır. 


Bu iddiamızı izah edebilmek için sosyolojinin incelemiş ol- 
duğu müesseselerden birine şöyle toplu bir göz atmak kâfidir. 
Biz bu yazılarımızda — kur'ana ve kuran ayetlerini, nüzül se 
beplerile, aydınlatan tefsirlere dayanarak — islâm dininin kuru- 
luşu sıralarında geçirmiş olduğu safhaları bir taslak halinde 
araştırmak ve bu vakıaların sosyolojik donne lerle ne kadar 


sıkı ve gerçek bir uygunluğu olduğunu ortaya koymak isti: 
yoruz. 


Filhakika sosyal enerjinin Suigeneris bir diyalektiği oldu- 
gunu görmek için arzm biri birinden uzak köşelerinde, biri 
birile hiç bir nisbeti olmıyan kabileler arasındaki içtimai mües- 
se tiplerinin hayret verici benzerliklerine dikkat etmek lâzımdır. 


Bundan 25, 30 yıl önceye kadar bir çok Anadolu şehir- 
lerinde hâlâ yaşamakta olan ateş bayramı törenlerini bir za- 
manlar tetkik etmek istemiştim. (1| Çocukluğumda Kütahyada 


(1) Pu ateş bayramları 30 - 40 yıl evveline gelinceye kadar bir çok Anadolu ka- 
sabalarında kuvvetli bir anane halinde yaşıyordu Kütahyada bu törenlere “Gavur #ü- 
fürü, diyorlardı. Yanılmıyorsam, Hıristiyanların kızıl yumurta yaptıkları,  paskalyenin 
ilk günü sabahleyin her mahallede kız ve erkek çocuklar, hattâ büyükler toplanırlar; 
günlerden, haftolardanberi hazırladıkları eski hasır, çalı, çırpı gibi alev husule getiren 
maddeleri bir meydana yığarlar. Gün doğmazdan evvel hu yığına ateş verilir ve çoluk 
gocuk bu ateşin etrafına toplantrak büyük bir şenlik yaparlar, el çırparak türküler, ma- 
niler söyliyerek sıçrar eğlenirler, Ru ateşin üzerinden atlıyanların bütün günahları dökü: 
leceğine inanırlar . Bu coşkunluklar arasında hükümetin emrile polis, jandarma, bekçi 
gibi emurlar mahalle mahslle dolaşarak bu bâdiselerin önünü almak için her tarafa deh” 
şet saçarlar, buna rağmen halkı bu ananelerden vaz geçirmek bir törlü mümkün olmuz- 
dı, Sapa semtlerde, evlerin bahçelerinde halk yine törenlerini yaparlardı. Meğer bu halt 
ler binlerce yıl evvel Romada ve sair yerlerde de ayai şekilde gelmiş, geçmiş ve o za- 
manlarda hükümetler ayni suretle jandarma kuvvetlerile bu şenliklerin önüne geçmek 
istem'şlermiş. 

Bu mevzua dair uzunca bir etüdümü 1929 da Konyada büyük imütefekkir arkadaşım 
Naci Fikretle birlikte çıkarmak tesebbüsünde bul “nduğumüz £'Asfe mineure adlı fran- 
sızca mecmuada meşre başlamıştım. Yazik ki ilk nüshası çıkar çıkmaz bizi Konyadan ay- 


rılınaya mebbur eden bazı sebepler bu mecmuanın ve bütün bu ilmi faaliyetlerin devamı- 
na mani olmuştur. 


<> 


Veya Anadolunun bazı mıntakalarına mahsus ve yalnız dini ta- 
asup sebebile müslümanlar tarafından hıristiyanlar aleyhine ter- 
tip edilmiş bir takım eğlenceler olduğunu zannediyordum. Fa- 
kat ilmin ışıkları, altında sosyal hadiseleri araştırmak imkânı 
nı bulduğum zaman hayretle öğrendim ki bu törenler yalnız 
Anadoluya, Türklere, müslümanlara mahsus bir hadise değil- 
miş. Meğer ayni törenler hıristiyanlar ve onlardan daha evvel Ya: 
hudiler tarafından yapılagelmiştir. Bu ananenin kaynaklarına 
çıkmak lâzım gelirse putpreslik, hatta totemizm devirlerine ka: 
dar gitmek icabediyor. 


İngiliz etnoğrafya âlimlerinden #razer in bu hadiseye 
ait derin ve alimane etüdleri vardır, büyük etnoğraf, eserinde 
Fransanın ve Avrupa memleketlerinden bazılarının bir çok böl- 
gelerinde, bu ânanenin son zamanlara kadar devam ettiğini 
gösteren bir çok vesikalar vermektedir. 


Bu misali burada vermekten maksadım tamamile mahalli 
ve hususi sanılan bir sosyal vakıanın ırk, iklim, coğrafi muhit, 
din ve kültür itibarile hiç bir münssebeti olmıyan ve arala- 
rında uzun asırlar fasılası bulunan insan topluluklarında aynı 
bir anane veya müessenin « yalaız biraz rengini ve damgasını 
değiştirerek * yaşadığını göstermektir. Netekim son  etnoğrafya 
tetkikleri totemizm itikadının ve bu inana bağlı cemiyet şe- 
killerinin Amerika yerlileri arasında, Avusturalyada ve Siberya- 
da yaşayan Yakutlarda ayni şekilde bulunduğunu ortaya koy- 
muşlardır. 


Hayvanlar ve bitkiler alemindeki sonsuz çeşitleri ve tür- 
leri ilmin tertip ve tasnif kadroları içinde göremiyen bir adam 
için bu sayısız şekillerin hiç şaşmıyan Obir mihanikiyetle mu- 
ayyen bir takım nevilere, şubelere ayrılabileceğini tasavvur et- 
mek nasıl mümkün değilse sosyal (morfolojideki odeterminizmi 
bilmiyenlerin de dünyanın, biri birinden haberi olmıyan, buçak- 
larındaki sosyete tiplerinin bir takım muayyen oluş şekilleri 
olabileceğini kavramalarına ayni şekilde imkân tasavvur edile- 
mez. 


O e 


Hele vakaları araştırmaktan ziyade kendi kafalarındaki 
filozofik spekülâsyonları takip eden — Frayzerin tâbirile — 
«ayağı pantufleli filozoflar.. için, şuur ve irade sahibi sayılan 
insanlara ait toplulukların da tıpkı bir hayvan veya nebat gi- 
bi, yanılmaz bir determinizme tâbi olmaları akıl ve havsalanın 
kabul edemiyeceği bir şey gibi görünür, 


Bu sosyal determinizmi en açık bir şekilde biz totemiz- 
me dayanan ilksel sosyetelerde görüyoruz. Bugün dinlerin en 
iptidai şekli sayılan ve en geniş ve evrensel dinleri ve en 
mücerret ülubiyetleri sinesinde taşıyan totemizm sistemi din 
hakkında daha evveldenberi ileri sürülmüş ve bilinemez nasıl 
bir ruhi sempati ile — belki semplist bir izah olduğu için- 
dir. — bütün insanların kafasına girmiş, bir çok ilim adamla- 


rının eserlerinde ve mektep kitaplarında yer tutmuş olan 
animizm ve natürizm sistemlerine aykırı bir izah tarzıdır. 


Totemizm; dinleri, üluhiyetleri, mistik varlıkları tabiat 
üstü kuvvetlerin o menşeinine animizm gibi rüyalarla, nede 
natüristler gibi, dini tekâmülün başlangıç noktası saydıkları, 
bazı kozmik tezahürlerle izah eder. Pu sistemlerin her ikisinde- 
de —Dinin esasını teşkil eden Mukaddes le gayri mukaddes 
zddiyetinin tohumunu tabiatta aramak icap ediyor. 


Halbuki Dürkaym, çok kuvvetli mantıki delillere dayanarak 
her iki sistemi de tenkit eder. Ve böyle bir teşebbüsün omüm- 
kün olamıyacağını söyler, Çünkü böyle bır teşebbüs hakiki bir 
Exnihilo | hiçten bir şey çıkmaz fıkrinin ifadesidir. | yu icap 
ettirecektir. Genel tecrübe bize mümeyyiz vasfı genel tecrübe- 
nin dışında var olmak olan bir şey fikrini vermiyeçektir. 


Bundan çıkan müsbet netice şudur ki ne insandı, nede ta- 
biatta bizatihi mukaddeslik vasfı yektur. İnsan ferdinin ve mad- 
di alemin dışında diğer bir realite olmalıdır ki böyle bir 
hezeyan, bir ifade ile, din bir mâna ve bir objektif kiymet alsın. 


PR 


Başka bir deyişle natürizm ve animizm adı verilen şeylerin öte- 
sinde daha esaslı ve daha iliksel bir kült (cult) olması lâzım- 
dır. 


Ve görünüşe göre natürizm ve animizm de bu kültün tali şe- 
killeri veya hususi görünüşleridir. Gerçekten (O böyle bir o kült 
vardır. O da etnoğrafların totemizm adı verdikleri şeydir. 


Totemizm e dair ilk bilgiler 18 inci asrın sonlarında orta 
ya çıkmıştır. Önceleri yalnız Amerikaya münhasır sanılan bu 
itikat sistemine daha sonra Avusturalya da da tesaduf ediliyor. 
Araştırmalar ilerledikçe yekdiğerinden çok uzak bölgeler de, 
hatta kurulmuş bir çok dinlerin esaslarında #otemizm in izlerile 
karşılaşılıyor. 


Bir faraziyenin geniş bir hakikat şeklini alması ancak şümu- 
lü sahasına giren bütün hadiseleri izah edebilmesile umümkün 
olur. Bu gün dini inanlara, ananelere, üsturelere ait, tarihin bize 
verdiği çeşitli hadiseleri #otemizm den daha iyi izah eden bir 
sistem yoktur. İlksel cemiyetlerin kuruluşlarına, düzenlerine, tö- 
renlerine, adet ve an'anelerine ait yığın yığın vakialar bu siste- 
min esaslarına göre çok açık ve mantıki bir şekilde izah edi- 
lebilmektedir. Öyle ki bütün bu vakıaların pek az bir kısmını 
bile ne natürizm ile, nede animizm ile izah etmek mümkün de- 


ğildir. ” 


Bugün halâ Anadolunun bir çok şehirlerinde, kasabalarında 
evlerin kapıları üzerinde veya saçakları altında asılan kaplum- 
bağa, kabuğu, yılan gömleği, her hangi bir bayvanın kafa ke- 
miği veya boynuzu, at nalı veya buğday başaklarından örülmüş 
nazarlıkların (*) en açık ve inandırıcı izahını ancak totemizm 
esasları içinde bulabiliriz. Evlenme, düğün, dernek, kız kaçırma 


Bu nazarlıklara ait bütün çeşitlerin her vilâyelin Halkevleri tarafından  topla- 
narak birer koleksiyon yapılması — İleride etno 'ya ve sosyoloji araştırmaları 5 
pacak olan gelecek nesillerin metodlu bilginleri için çok lüzumlu ve faydalı bir 
malzeme hazinesi olması bakımından — üzerinde durulacak mühim bir mevzudur, 


En Büyük Eser 


Sular renklerden rekli, renkler sulardan oynak.. 
Ak 

Başlı martılar... 

Kocaman, 

Gözleri kan, 

Tüyleri sonbahar renkli kuşlar.. 
Göklere değen başları kar 

Ve etekleri çiçek yüklü dağlar . 
Daha neler, neler; 

Çamlı gökler 

Ve yıldızlı dağlar var.. 


Bütün dertlerini at.. 
Tabiati gör Tabiati duy, 


Tabiate uy.. 
Tabiati içinde tekrarla, içinde yaşat.. 
Tabiat 


En büyük sanatkârın, en kudretli eseri 


İSMET KUR 


mmm 
——— aaa 


alım, sötim .. ilâh. gibi beşeri münasebetlerde, ocak, su, ateş, 
ağaç gibi şeylere; yenilmesi caiz olan veya olmıyan hayvanla- 
ra ait, bu gün halâ bir arta-kalan “Survirance, halinde yaşı- 
yan inanların, adetlerin, anenelerin, ancak totemizm hakkında 
etroğrefya âlimlerinin bize bol bol getirdikleri vakıalara daya- 
nan müsbet bilgiler sayesinde aydınlandığını görüyoruz. 


Estetik Terbiye Hakkında 


Haydar Tolun 


Bugünkü sistemlerimizin ifrata vardırılmış aşırı entellektüa- 
lizmi ve sahte realizmine karşı bir reaksiyon sayabileceğimiz 
estetik terbiyeyi ne dereceye kadar tahakkuk ettirebiliyoruz? 


Yirminci asır, ilimlerin tekniğe getirdiği terakkilerle; istihsa- 
lin ve çalışmanın mekânik tarzlarının inkişafiyle karakterlenmiş 
bir asırdır. Onun bu karakteri modern insanın bazı seciyelerini 
yeni bir kudretle teçhiz etmiş ve yükseltmişse ds diğer bir ta- 
raftan da zâfa uğratmıştır. Zaifleyen bu taraf, “İç Âlemi, dir. 


Dünün his ve fikir adamı kendisine “Fakiri padişeh âsâ ge 
dayı muhteşemin,, diyordu. 


Bugün, bunu söyliyebilecek pek az insan kalmıştır. Bugün 
herkes, maddi servete, teknik ve bilginin yarattığı bol vasıtalı 
konfora, ehemmiyet veriyor; kazandırıcı, maddi bir gayesi bu- 
lunmıyan her türlü faaliyeti lüzumsuz sayıyor. 


On dokuzuncu asrın ikinci yarısında başlıyan ve günümüze 


EE ve 


kadar gelişerek inen bu maddeci ruh haline yapılan reaksiyon, 
bir çok cephelerden vaki olmuştur denebilir : Felsefeden, Psi- 
kolojiden, Estetikten ilâ... 


Bu antientellektüalist temayül, romantiklerin filozofu  schel- 
ling ile başlar. Schopenhauer ile artar ve “Hayat düşünülme- 
den önce his edilmelidir. formülünü alarak son ifade şeklini 
bulur, 


Bence, teknik tekâmülün bütün nimetlerini tadan ve otomo- 
bilinin hızından dolayı, yolundaki çiçekleri bir defa bile gör- 
memiş olan merkantilist iş ve para adamına acımak icab eder. 


Bu tipin zıddı da gülünçtür: Yıldızlara dalarak önündeki 
kuyuyu görmiyen adamın gafleti de makbul sayılamaz. Ancak 
büyük buhran devirlerinde ferdleri ince fedakârlık ve kahraman- 
lık mertebelerine ulaştıracak olan, civanmert ruhun, mahirane 
verilmiş bir estetik terbiye ile temin edilebileceği de unutulma- 
malıdır. Çünki yine Schiller ve Herbart gibi büyük çapta di- 
mağlanın işaret ettikleri gibi estetik terbiye, sadece bir güzellik 
kültürü olarak değil, estetik ahlâklılığın en iyi bir vasıtası gibi 
telâkki edilmek icap eder. Bu suretle fert. eski Greklerin (Ca- 
locagathie) ve Herbart, ın (Ahlâki karakterin kuvveti) adını 
verdikleri ahlâki güzellik idealine ulaşacaktır, O zaman kimse 
vazifesini ilk fırsatta hafifletilmesi icap eden bir yük O saymıya- 
cak, ferdin menfaati ve saadeti, sosiyetenin saadet ve refahın- 
dan üstün görülmiyecektir. 


Aristo, “Bir milletin ahlâkına yeni bir şey ilâve etmek is- 
terseniz, sazına bir tel ilâve ediniz, ahlâkından bir kısmını Oi 
dan almak isterseniz, sazından bir tel eksiltiniz diyor. 


Bu sözler, estetik terbiyenin bir çok vasıtalırından biri olan 
musikinin değerini belirtecek mahiyettedir. 


Güzellik kültürü, ticaret ve iş ahlâkı için de lüzumludur. 
derin fılozof Eflâtun, bu fikri ne kadar kuvvetli belirtmektedir; 


—9— 


“Resim yaparken, ve şarkı söylerken, iyi bir insan olmakta 
yalancılık yapamazsınız; resim yapmak ve tegarni etmek için, 
daha önceden iyi insan olmıya mecbursunuz. Ancak bundan 


sonradır ki renk ve ses, sizde bulunan iyi şeyi tamamlıyabilir 
ler.,, (1) 


Bu yazımı takip edecek makalelerde; estetik terbiyenin veri- 
liş tarzlarından ve bü tarzların  pedagojisinden bahsedeceğim, 


(1) — Platon, Rep., lib, İl. 


18 inci asrın İngiliz şair ve mütefekkirlerinden olan 
« Tomas Moor» un O devir İngilteresi için yazdığı hürri- 


yet İsimli bu şiiri aradan uzun asırlar geçmesine rağmen 
içinde yaşadığımız devrin karakterini ve ruhunu tesbit et- 
mesi bakimindan Ulndağ okuyucularına sunmayı faydalı 
bulduk. 


Hürriyet 


Zincirini öpmeğe razı millet mi olur ? 
Bahası ne düşmana satılmış bir hayatın? 
Ölüm!. OR, ne tatlısın bir hürriyet içinsen, 
Kahramanlık diriltir ruhunu kâinatın.. 


İstilâ, idam ipi bir milletin boynuna,. 

İşte bütün memleket kan içinde yüzüyor. 
Koşalım imdadına zulüm gören vatanın, 
Koşalım, işte cenge trampetler çağırıyor. 


Korunan bir kol olsa, saldıran bütün dünya, 
Daha asil, büyüktür o birtek kol dünyadan. 
Ölümün kucağında en büyük ümidimiz, 

En büyük ümidimiz, Hürriyet ve ziyadan. 


Ölü zalimden korkmaz, mezarın zinciri yok.. 
Kan içinde ölmeğe, hadi çocuklar, haydi. ! 
Fazilet ve insanlık davamızın bayrağı, 
İnsanlık ki, yaralı, bağrında ok var haydi.. 


Korkma, sürülse bile hürriyet toprağından, 
Hürriyet ki, dünyaya altından bir devirdir. 
Meyus olma, sen onu cennette bulacaksın; 
Dünyaya brakacağın, emin ol bir zincirdir. 


Rami Karul - İsmet Bozdağ 


Ferdi Ruhiyat 


“Adler,, in “Enternasyonal Ruhiyat 
mecmuasına gönderdiği kendi te- 
zini izah eden makaleden..,, 


Çeviren : Rami Karul 


Artık şimdi bütün açıklığı ile görmeğe başladım ki, tekmil ruh hadise- 
leri, üstünlük için yapılan bir mücadeleden başka bir şey değildir. Ve 
bu mücadele fiziki (o inkişafla beraber gider. Şu hal, hayatın kendi içinde 
taşıdığı bir zarurettir. Bütün hayat meselelerinin hallinde bunu görürüz. 
Bütün karşılaştığımız ruhi hadiselerde, üstünlük duygusunun daima belirdi- 
gini, bize kendini gösterdiğini müşahede etmişizdir. Bütün fonksiyonları: 
mız, onun, istikametini takip eder. Bütün fonksiyonlarımiz, doğru veya 
yanlış, kazanmak, emin olmak, ve büyümek için mücadele halindedir, ve 
bu hal sonsuzdur... 


Bütün filozof ve ruhiyatçıların, «kendimize itimad, haz prensipleri» 
gibi ileri sürdükleri hayaller, hep bu yüksek, saikin müphem bir ifadesi- 
dir. 


İnsan ırkının tarihi de, ayni istikameti gösteriyor. İrade, düşünce, ö- 
lümden sonra ruhun bakası arzusu, hazzın aranması, öğrenme arzusu, 
anlamağa harcanan emek, çalışma ve aşk hep bu ebedi melodinin esasını 
gösterir. 

Makul düşünen ve hareket eden veya böyle yapamayan bir kimse de 
her zaman bu kuvvetli*temayülün çizdiği yolda gider. 


Mj) 


Hayat ve onun meseleleri hakkındaki doğru ve yanlış anlayışlarımız, 
her hangi bir meseleyi muvaffakiyetli veya muvaffakiyelsiz olarak hal edi- 
şimiz, daima bu değişmez ve tükenmez mükemmelleşme mücadelesinin ese- 
ridir. Hatta aptal ve sersemce yapılan hareketler de bile, bir kusuru yen- 
me; arzusu görülür. Yahut yapılan hareket, bir kusuru gizlemek içindir. 
Yani: faal olan irade mutlaka bir şeyi yenmek için faaldir... 


Son tahlillerin sadeleştirerek gösterdiği bu üslünlük duygusu hakikati, 
insan Hilkatinin zaruretile alakadardır.. Eğer bir kimse bu yaradılış cilve- 
sinden kurtulmak istese, hatta kurtulmağa gücü yelse bile, elinde olma: 
dan yine kendini umumi sistem içinde bulacaktır. Aşağıdan yukarıya doğ- 
ru olan bu yükselme mücadelesi sistemi içinde... 


Bu hal yalnız bizin düşüncemizin kalıbını kategorisini teşkil etmekle 
kalmaz; o ayni zamanda bizim aklımızın da esası ve hatta daha ileri bir 
şeyidir. 


O, hayatımızın esas unsurudur: İnsanlığın doğuşunda, ve çocukluk ha- 
yatının başlangıcındaki bütün ruh hallerinde #kazanmak yükselmek yen- 
mek» hissinin varlığı, bütün mükemmel olmayan şeyleri bozmak halinde 
görülür. 


«Faust> tabiat kuvvetlerine karşı yaptığı mücadelede daima şu cümle- 
yi tekrar eder: 


«Seninle mücadeleden vaz geçmem; Bununle beraber sen beni 
mesut edersin» 


Hakikati candan çalışarak arayış, hayat meselelerini hal için doymayan 
bir özleyiş, bütün bunlar, bir nevi mükemmelliğe karşı duyulan susamışlıs 
gın ifadesidir.. 


Bu hal bana bütün ruhun ana kanunu gibi görünüyor , 


Bu umumi ahenk içinde ber kes, kendi payına düşeni tekrarlamakta 
bulunuyor; umumiyetle her fert, kuvvete, ve hayatın güç'üklerini yenme- 
ğe karşı bir açlık duyuyor. 


Bu yolda yaptığım çalışmadan bazı esaslar çıkardım; bunlardan biri en 
eski filozofların formülleştirdikleri fikirlere tamamen uygun, fakat yeni 
rnhiyatın kabul ettiği bir nokla ile zıd düşüyor; o nokta şudur: Benli- 
ğin birliği, 


Buna sadece bulunmuş bir esas da diyemeyiz; bu daha ziyade gösteril- 


a 


miş bir ayrılıktır.. «Kanf> ın dediği gibi: «Eğer bir kimsenin benliğinin 
birliğini peşin olarak kabul etinezsek, hiç kimseyi anlayamayız.» 


Ferdi ruhiyat buna şunu ilâve eder: Peşin olarak kabul etmemiz lâzım 
gelen bu birlik, ferdin işidir; bu birliği meydana getiren, yenmek yolun- 
daki devam ve sebaltır. 


Bu düşünceler beni hayatın ilk 4 — 5 senesi içindeki inançları tetki- 
ke sevk etli. 


Hayalın bu ilk devirlerinde öyle bir gaye aradım ki, insanda ruhi inki- 
şafa önderlik etsin, ve daima ona muhtaç olunsun , Öyle bir gaye ki, ru- 
hun bütün ceryanları ona doğru aksın... Öyle bir gaye ki, yalnız iş gör 
me kabiliyetinin akacağı istikameti göstermekle kalmıyor, sükünet, kuvvet 
mükemmellik vadediyor. Fakat bu gaye ayni zamanda ruhun da esasını 
teşkil etmekledir . «Üstünlük duygusu» diye kısaca adlandırabileceğimiz 
bu hal, his ve heyecanları uyandıran bir faktördür. Onun azalması fertte 
«düşkünlük» halinde kendisini gösterir... 


Doğuştan var olan ruhi hadiselerin karakteristik taraflarının manâsızlığı- 
nı bir kerre daha görüyoruz; böyle olduğunu hiç bir zaman inkâr edemeyiz. 
Ve bizi bu halin sonuna eriştirecek yol da yoktur.. Fakat her ne olursa 
olsun, neticeyi vakalarla sonundan çıkarmak. işi çok sade ve kolay bir 
hale getiriyor. 


İnsan, doğuştanberi kendisine tesir eden bin bir müessiri görmüyor, ve 
bir gayeye ulaşmak için lâzımgelen kuvvetin varlığına karşı gözlerini ka- 
patıyor .. İnsanın bütün ruh hallerini bütün benliğini kendi musyyen yölu- 
na doğru çeken ve buna zorlayan bir gayeye aksi faaliyette bulunuyor. 


Gayeye doğru yapılan bu çabalama, aynı zamanda aşağılık duygusu- 
nunda temelidir. 


Ruhta meydana gelen aşağılık ve düşkünlüğün kaynağı, yenmek gaye- 
sine dönük olan kudret ve imkânların kendi üzerine dönmesinden, yani 
ihtibasından meydana gelir. (Meselâ böyle bir adam işliyeceğine, tahayyül 
eder ve bu tahayyül ona kâfi gelir.) Bu suretle bütün ruhi faaliyet, bir 
çerçeve içinde görülebilir.. Ruh hadiselerinde bazı evvelki safhaların sonu, 
onu takip eden safhanın başlangıcı gibidir. 


Bu, umumiyetle ferdi ruhiyatın muasır «Modern» ruhiyata yaptığı bü- 
yük bir yardımdı... Bu yardım şu suretle olmuştu... 


amana mann 


Daımi Bekleyiş 


Mavi kanatlı bir kuş beklemiyorum pençeremden. 
Hayal kadar ince bir yüze aşık ta değilim. 
öyle ise neden bu daüssıla, bu ümit?. 


Nedir acaba karanlıktan beklediğim?., 

Gayet iyi biliyorumki, güneş batmıştır; 
Sulardan sonra, semayı tutacak gece. 

Derin denizlerde derin rüyalar göreceğim, 
Mantığımı yenen bir şey var bende; İştenetice, 


N. Seriman 


Ferdi ruhiyat bütün ruh hadiselerini anlıyabilmek için «#inalist» bir 
telakkinin elzem olduğunu ortaya koymuştu.. Yani bütün ruh hadiseleri- 
nin bir gayeye mütevece'h olarak akmakta olduğunu, bir gayeye doğru 
meydana geldiğini düşünmek lüzumunu ferdi ruhiyat ortaya koymuş bu- 
lunuyor. 


Artık bundan sonra kudret, insiyak, içten gelen zorlayışlar. «İmpuls» 
ler Ve bu gibi sebepler, ruhi hadiselerin izahı için birer prevsip olamazlar, 
Bu yalnız ve ancak nihai gaye olabilir . 

Rami Karul, 


ARTIK GÜLEMİYORUM 


Artık gülemiyorum; 
Kırlangıç yuvaları beni oyalamıyor, 
Bütün saatlerimi hayaller alamıyor, 


Değişti mi gözlerim ? 
Artık gülemiyorum. 


Kapanıyor pençer: m; 

Kuşlar kanatlarında selâm getirmiyecek, 

Saadet şarkıları buraya girmiyecek. 
Beni sıkacak yerim, 

Kapanıyor pençerem, e 


Dağ dağa kavuşmazmış; 
Uzak bahçelerinde oyna, oyna çocuğum, 
Bekle, bir gün bitecek orada yolculuğum 


İnsan kavuşursa da 
Dağ dağa kavuşmazmış. 


Seneler?çabuk geçer; 
Ve bir gün ayna başka bir yüz gösterecektir, 
Ömür verdiklerinden başka ne verecektir ? 


Hatıralar dursa da 
sereler çabuk geçer... 


Emin Ülgener 


Mukayeseli bir tahlil 
lüzumu 


İsmet Bozdağ 


Her devrin kendine mahsus bir seciyesi, (hayatı anlayış ve kabül 
ediş tarzı, bir dünya görüşü vardır. İnsanların bir birile olan mü- 
nasebetlerini tesis eden örf, adet kanun ve nizamlar, nesilden nesle bir 
tekâmül kaydeder ve olgunlaşırlar, 


Büyük harpler, büyük inkilâplar, yeni fetihler dünyaya kendi damga- 
sini vuran bir değişme meydana getirir. Tıpkt, içerisine dalmatılan «Fenol 
fitaleinm o mahlülün rengini nasıl değiştirirse, inkilâplar, harpler fetihler 
de cemiyetin rengini öylece hiç bir «zaman» kaydına tabi tutmadan tadile 
uğralır; Ona bir başka bir mana bir başka renk verirler. 


Biz bu gün akla sığmıyacak büyük inkilâpları bir anda yapmış, başar- 
mış bir millet halinde bulunuyoruz. Bir kaç asırlık bir gerileyişin medeni 
fatihi halindeyiz. Bizden yüzlerce sene evvel işe başlamış milletlerin 
ayaklarına adımlarımızı emniyetle uydurmuş, gidiyoruz. 


Hiç şüphesizki bütün bu işler yapılırken cemiyet kendi bünyesine yeni 
unsurlar aldı ve yeni bir elastikiyet kazandı.. Bu elastikiyetin kıymetini 


ölçmek, yeni enerji kaynaklarının cebri mecmuunu tesbit etmek lâzımdır. 
Ve bunun zamanı gelmiştir de... 


Ne terkeltik ?... Ne koyduk ?... Ne kaybettik ?... Ne kazandık 7... 
Bunun hesabını ,, bilançosunu vermek icabeder. 


zy 


Meselâ; asırlarca koca bir Osmanlı imparatorluğunun evvelâ ihya, son-1 
ra inşasını ve en sonrada sukut ve inkirazını hazırlayan bir dine, bir 
allah anlayışına lâkaydımızı ilân etmiş bulunuyoruz, 


Bu dinden müteessir olmuş bir edebiyatımız, bir felsefemiz, bir ahlâkı: 
mız, bir musikimiz, ve hatta bir siyasetimiz ve ilmimiz vardır. Tek 'bir 
kelime ile «içtimai bünyemize yerleştirdiğimiz «lâyıkız» zihniyeti, bütün 
sosyal müesseselerimizde bir renk değişikliği, bir mahiyet farkı husule 
getirmiştir. Yalnız eskinin karekteristik yarar ve fenalıklarile, yeninin dün- 
ya anlayışına uygun güzel faydalarını kabartmak nihayet bir porapaganda 
edebiyatı olmaktan ileri geçemez. Yaptıklarımızı saymakla hiç bir şey 
kazanmış olmayız. inkilâplarımızı yeni bir kriteryoma tabi tutmak 
ve sağlam köşeli bir temel üzerine oturtmak lâzımdır. Eskinin hütün fonk- 
siyonlarını, Yeninin bütün fonksiyon ve taamüllerile karşılaştırmamız, 
ilmi, esaslı bir mukayese ve bir tahlil yapmamız icabeder, Yapmak' kadar 
yaşatmak vazilesini de bütün mukaddesiyetile üzerimize aldığımız inkalâbın 
ebedi garantisini ancak bu suretle temin etmiş oluruz. 

Meselâ: ferdi ve içtimai terbiyamizi ele alalım: 


Osmanlı imparatorluğunun son günlerine kadar gelen «Osmanlılaşmış 
türk terbiyesi» diyebileceğimiz bir | terbiyemiz vardı, Büyüğe say- 
gıyı, küçüğe sevgiyi, cemiyete inkıyat ve itiaatı zorlayan bu  terbi- 
yenin kötü bir din anlayışından gelen fer'i cüzülerile beraber «Çelebi, 
kâmil adam» tabir edilen mütevazi, halük ve altürzm'e meyyal tipler 
yaratan asli bir parçası da vardı, Bu terbiyenin yeni istihalesi nedir ? 


Demokrat terbiye sistemlerinin mektep, kışla, ve diğer içtimai mües- 
seselerle meydana koymağa çalıştığı kendisine inanmış, içtimai faydaya 
bağlanmış, bütün kıymet ve luzumlara kendisini vermiş nesli yüzde kaç 
randımanla meydana getirmiş bulunuyoruz ? Bu demokrat terbiye sistem- 
lerinin bizim mübalağalı ve kuru bir taassuptan yeni kurtulmuş içtimai 
bünyemizde husule getirdiği teamül nedir ? Bir elbise, bütün dünyadaki 
insanların sırtına uymayacağı gibi, bir terbiye sistemi de bütün millellerin 
sosyal bünyelerine öylece uymıya bilir. Şu halde; doğuşunu tekamülünü 
rdan gelen medeni hamlelerimizde hassas 
ve çok dikkkatli bulunmak gerekiyor... 


Elimizden bir dakika bile miyarımızı eksik etmeden ilk teamülleri kont- 
rol etmek, fayda ve mahzurları üzerinde vakit kaybetmeksizin düşünerek 
içtimai bünyemize en faydalı şekilde intibakını temin edici çareleri bul- 
mak ve tatbik etmek zarureti karşısındayız. 


Yine başka bir misâl alalım: 


EV 


Kitlenin insnmak ihtiyacını karşılayan «din» in nopagandasını ve ya- 
yımını temin etmekten vaz geçmiş bulunuyoruz. Bunun yerine koyduğumuz 
vatan anlayışı ve sevgisi onun yerini ne derece fazla veya nedereceye ka- 
dar yakın doldurdu ? 


İslâm dininin propağanda silâhları olan edebiyat, felsefe, siyaset ahlâk 
ve bülün içtimai kuvvetlerin karşısına, millet ve vatan sevgisinin ayni 
cinsten olarak çıkardığı telkin vasıtalarının mahiyeti, kıymet, ve ehemmi- 
yeti nedir ? > 


Millleti, «aynı ırktan gelen insanların topluluğu» vatanı «üzerinde ay- 
nı milletin yaşadığı toprak parçası» olmaktan kurtaran bir siyaset ve ter- 
biyemiz var: acaba felsefe ve edebiyatımızda varmı ?... Bunlar tam mana- 
sile teşkilâtlandırılmışmıdır?,.. daha ileri bir tekamülünü nasıl temin ede- 
biliriz ? 

İşte bütün bunlar ve bunlara benzer sorabileceğimiz yüzlerce sual an- 


cak <eskivyi bütün fonksiyon ve teamülü ile beraber «yeni» ile mukaye- 
se etmek suretile cevaplandırabiliriz. 


Sür'atimizi, ve bu sür'atteki kıymetimizi tam olarak tesbit etmek an- 
cak bu suretle mümkün olabilir, 


Kendimizi korkusuzca ve emniyetle sigaya çekelim... hesabımız bizi 


memnun edecek ve daha çok memnun olmanın yollarını bulmaya yaraya- 
caktır. 


İsmet Bozdağ 


Yörük Obasında 


Sonbaharın nadir bulunur bir günü idi. Sema lekesiz, güneş ılıktı. 
Kazamızın ince ruhlu genç ve edip kaymakamı Dündar beyle «Piri bağ- 
lar» demir yolu istasyonuna gidiyorduk. Uzaktan lâcivert görünen dsğ- 
lara”kavuşmuştuk. Yüksek kayalar, derin uçurumların yanlarından geçen 
ince orman! yollarından. dalları bir birile kucaklaşan ağaçlar arasından 
ilerlemekte idik. Atlarımız soluyarak, dolaşa dolaşa bizi yükseklere çıka- 
rıyordu. Bel pınar yaylasına doğru tırmanıyor, yolumuzun üstünde oman- 
Hac ta laa KöŞİR renklerle” gong bezler, kendiliginden bişiy Ori 
ları, bu yoksul tepeleri seyr ede ede yol alıyorduk. Çayların, çağlayanla- 
rın, kuşların7sesleri, yeşil dalların, çamların uğultusu, yerlere dökülmüş 
kuru”yaprakların soğuk hışırtısı, kulaklarda bir velvelesizlik; Gözlerde 
ulviğmanzaralar, burunda, cigerlerde saf bir dağ havası hissi, Ruhta kimse- 
sizliğe benzer tatlı bir hüzün... Dağların güzelliğini, kekik, taze ot ve 
ıslak ağaç kokusu halinde duyuyorduk. 


En yüksek bir sırta?varmıştık, Burası Orhan kebirle Kovalar köyü a- 
rasında idi. 


Uzaklardan çoban sesleri, düz ve nağmeli zurna sedasına çan ve kö- 
pek havlamaları karışıyordu. 

Dağlar uluyor. Ağaçların geniş kavukları ıslık çalıyor. Sivrilmiş kaya- 
lar, taş yığınları, çalı kümeleri birer Haydud korkunçluğu ile yolumuza 
dikiliyordu. Çan sesi, Kaval sesi, O dağların iniltisi, yürüdükçe seslere 
yaklaşıyordu. İlk önce köpekler istikbal ettiler. İki delikanlı bu istikbale 
müdahale ederek dağ başında düz bir kayanın üstünde yer gösterdiler. 


Bu iki genç çoban, kırk yılda bir bu şahikalarda rastladıkları ku- 
nuklarına ne ikramedebilirdiler. Kıl torbalarında kumlu ve kepekli kerpiç 
gibi kuru çavdar ekmeğinden başka neleri vardı, Hayır, Hayır. Cümhuri- 


e, yi 


yetin Halkcı Kaymakamı, yanlarında zurnaları bulunan bu saf köy çocuk» 
larından Halk türküsü istiyor. ve bunun en eyi ikram olacağını anlatı 


yordu. 


Her karşılaşdığına lubalilik * yaparak sırnaşmayı esaletine sığdıramayan 
ve hürmetsizlik sayan öz türk yavrusu çoban Mehmet ve Harşit, 


teklif karşısında biraz tereddüt 
kızararak «Emir dağ» türküsü 


Emir dağı bir birine olalı 
Altın kemer ince bele dolalı 
Dön gel a gelin dön gel 
Yaz var yayla var. 
Üstümüzde dönen kadir mevlâ var 
A gelin yalan dünya var, 

Ese 
Emir dağı bir gitme ile yol olmaz 
Altın yere düşme ile pul olmaz 
O güzeli bir öpmeyle dul olmaz 
Dön gel a gelin dön gel 
Yaz var yayla var, 
Üstümüzde dönen kadir mevlâ var 
A gelin yalan dünya var, 


Piri beyler dön 


ttikten sonra yapılan israr üzerine yüzleri 
ikram ettiler. 


Ellerini bağladılar demire 

Elâ gözler benzer siyah kömüre 
Bir güzelin sevdiğini al alsa 
Zarar verir on beş sene? ömüre 
Dön gel a gelin dön gel 

Yaz var yayla var. 

Üstümüzde dönen kadir mevlâ var 
A gelin yalan dünya var. 


di 
Pınar başına da bir gelin bakış 
Eline koluna kuş yuya yapmış 
Dön gel a gelin dön gel 
Yaz var, yayla var 
Üstümüzde”dönen kadir mevlâ var 
A gelin yalan dünya var. 


ünde yine geldiğimiz yol gibi başka bir yoldan dağ- 
lara tepelere doğru çıkıyorduk. «adırnaz» yüzüne aşmazdan evvel 
lumuz solunda bir «Oba» görünüyordu. Yorgun. ve terlemiş atl 


LA 


ımızın 


gemini bir tarafa çevirerek ilerledik. Çadırın yanına geldiğimizde ihtiyar, 


fakat gürbüz bu kadını, 


kucağında cılız bir çocukla genç ve taze bir yü- 


rük gelini, yere serdikleri keçenin üzerine buyur ettiler, sayın > arkadaşım 
erkeklerini sordu. «Varsın olmasınlar oturun dinnenin» dediler. 


İhtiyar ve genç kadın, hürmet olmak üzere karşımızda dikiliyorlar. 
Yanları yırtmaçlı entariler, paçaları büzülmüş şalvarlar, kırmızı ve yeşil 
nakışlı kalın çoraplar geymişler.. Şal kuşaklarının köşelerinden birini ar- 
kalarına | sarkıtmışlardı Türklere mahsus gani kalplilikle bize ne kadar 


mümkünse ikram edecekler... ne faideki, kışı 


göç edip gelmişlerdi. 


geçirecekleri bu dağa bu gün 


Görüşdük, konuşduk. Ayrılırken, ilk defa obasına bir Kaymakamın 
uğramasile kahve bile ikram edemediğine üzülen Türk anası «oturmadınız, 


Bir kahve bile içemedik a gülüm» 


Diye hayfanıyordu. Burada vücutların 


.- 345 


sahte vaziyetleri, sahte güzelliği, ipekler, elmaslar, süsler modalar, koca- 
ları boğan kıskançlıklar, hayali zehirleyen zevkler. * sefahatlar, intirikalar, 
yalançı nezaketler, menfaat yırtıcılığı siyasi dedi kodular... Hiç bir şey 
yoktu Burada tabiat ve insan kucak kucağa idiler. 

M. Erdem 


PALET 


II 


Sana söylenmedik en güzel şeyler söylemek, bu- 
lunmaz en güzel hediyeler vermek istedim. 

Çok düşündüm ve çok aradım. Bütün ömrümü 
bu yolda israf etsem aradığımı ve düşündüğümü 
bulamayacağıma inandım. 


Eli boş önüne geldim ve yalınız sustum. 


NI 


Bir yol ağzında üç kişidiler... Üçünün de uzaktan 
gelecek yolcusu vardı. 

Birisinin gözleri nemli; diğeri sabırsız; 

Üçüncüsü hem sabırsız ve hemde en heyecanlısi idi. 
Birincisi annesini, ikincisi kardaşını, üçüncüsü 'de 
.. Bekleyordu. 


Kenan Özbel 


Sana Aşkım... 


Gece ürperiyor odamda; 

Ve semada yıldızlar... 

Gönlümde, senin doldurduğun hüzün. 
Gözlerimde, senin şaheser yüzün... 

Ağaçlarda konuşuyor meltem halinde bir rüzgâr; 
Mavi aydınlıklar yanıyor suda; 

Ve ben yalvarıyorum: 

“Esme ey bad, esme cânan uykuda,, 


Cânânın rüya gören nemli alnını, 
Ve yumulmuş fildişi avuçlarını düşünüyorum; 
Uyku öyle güzel ki yüzünde, 
Kapanmış, derin gözlerinde, 
derin bir şeyler... 
Ümit gibi, aydınlık gibi; 
narin bir Şeyler.. 


Alnında saadetin parıltısı, 
Dudaklarında sükün halinde bir ihtiras; 
Ona temas etmek istiyorum biraz: 
Ona parmaklarımla dokunmak, 
Ona ayışığı” gibi aşkımı 

masum bir pusede sunmak... 
Ona fısıldamak kalbimdekini 
Ona anlatmak hepsini... hepsini... 

Sonra ağlamak... 


Dışarda ayni konuşmayan gece, 
Ayni sema. 
Dışarda,tayni hayatı güzelleştiren*mana... 

z Aynı sükün. 
Rüzgâr hıçkırıyor ve ben yalvarıyorum! 
Ruhumda huzur, kalbimde sevda 
“Esme ey bad, esme cânan uykuda, 


—em Remi “İsmet Bozdağ 


Ayın içinde 


Bopstil Edebiyat 


Gazetelerin harp tebiiğ'eri, tayyare  bombardımanları, ve yeni istilâ 
plânları haberleri arasında, ara sıra saman alevi gibi çabuk yanıp sönen 
bir konuşma dahaJoluyor. «Yeni şairler, Bopstil edebiyat, Şiir ifrazattır., » 
gibi, : z 

Eskinin yeniyi istihfafı, yeninin münkir isyanı yeni değildir. Aşağı yuka- 
rı bütün edebiyat terihi, daima bu yeni ve eski hikâyesile ebedi bir sak- 
lambaç oyunu oynar. 


Bize öyle geliyorki, Genç şairler diye sık sık taşatutulanların içerisin- 
de, eskiyi imrendirecek kiymetlerde vardır. Zaten hayatiyetini, iktisadi 
bir buhranın muzdarip ettiği dünya görüşünden alan Yeni Şiiri, aklise- 
limin, ve alışa geldiğimiz san'at kriteryumunun ölçüsüne vurmak doğru 
olamaz. Yeni sanat ve sanatkâr için, kendi anlayışı içersinde yaratılmış 
cemiyetin telâkkisine uygun ayrı bir mihenk bulmak içeb eder. 


Haşimin bu gün titreye titreye, haz içinde okuduğumuz «bir günün sonun 
da arzu» isimli şiiri intişar ettiği zaman, kıyametler kopmuş, şairi delilikle 
ittiham edenler olmuştu. Fakat yavaş yavaş sanatkârın mukayyelesindeki 
dünyaya intibak ederek benimsedik... bu gün seviyor, ve beğeniyoruz. 


Acele tamimin zararlarını anlatmak bize" düşmez; “Fakat şunu da hatır: 
latmak istiyoruz)ki, yanlış bir teşhis koyarak “aykiri bir tedaviye bâşla: 
maktansa, hastalığın inkişafını bekleyerek hakiki teşhisi bulmak daima da- 
ha faydalı olmuştur. 


Edebiyat -eğer cemiyet hadiselerle muvuzi giden. bir güzellik anlayışı 


ise, evvelâ dikkatimizi yeni -içtimai görüşe teksif etmemiz" lâzımdır. Zaten 
bütün cemiyetlerin tarihinde edebiyatı, en hassas ibre olarak tanırız. Dün 


> > pe 


ya bir harp pisikozu, bir harp nevrozu geçiriyor. Gayet tabiidirki edebi- 
yatta da bir nevroz baş görterecek ve manyetik sahaya düşmüş bir 
ibre gibi mütereddit çizgiler çizecektir. 


Kendisini dev aynasında gören şımarık bir edebiyata müsaade edecek 
değiliz .. Kıymetleri ayıklayalım; fakat süpürmeyelim... 


Neo Klâsizm 


Eski şiirin rüzgarile 
Perestiş 


Ey naz—ü—işve velvele—i şan olan sana 
Ömürünce mest olur nice hayran olan sana 
Fevvere ka r—ı havza düşer şermsar olup 
Baktıkça gülistanda hırâman olan sana 


Her ah bir hitâb idi körfezde dün gece 
Bin mah içinde bir meh—i tâbân olan sana 


Her cövr her: cefa yaraşır büsnü ânına 
Bidâd kıl kerem «ses de şâyân olan sana 


Tavsifi müsikiye bırakmak diler kemâl 
Bulmaz lisanda nağme senâhân olan sana 


Yahya Kemal 


Az yazmakla ittiham edilen üstad Yahya Kemâlin yeni bir şiiri daha in- 
tişar etti. Dün okumuş olmamıza rağmen ismini yeni diye söylemeye pek 
cesaret edemeyeceğiz. Çünkü bu günkü akşamda veya Cümhuriyetteveya 
Fotomagazinde belki bir yenisi intişar etmiştir. 

Söze esas seçilen şiir Cümhuriyet gazetesinden yukarıya aynen alınan 
«perestiş» tir. 

İhtimal; mısra kuyumcularına parmak ısırtacak bir maharetle yaptığı 'ter- 
kipleri üstad mazur göstermek için, «perestişrin başına «eski şiirin rüz- 
güöriler diye bir tavzih yapmış. 


ÇE ie 


Haşimin «melâli anlamayan nesle aşına olmadığı» gibi, biz de Kemali 
anlamayan nesle aşina değiliz. Cazip bir Neo—klâsizmin fecir ayındalığı 
gibi titrediği mısralarında, fani avuçlarımızın başarafbildiği kadar abu haya- 
tından dudaklarımızı ıslatıyoruz. Fakat, acaba daha az terkipli, ve daha 
az yabancı gelen kelimelerle bir Neo—klâsizm” yapılamazmı.? 


Fevvare-i kar-ı havza düşer sermsar olup, 


İçinde «düşer» ve solup» dan başka türkçesi olmayan bir mısrağı 
kendi öz malımız saymaktaki toleransa, Yahya Kemâl sevgisinden başka 
hangi ; maszereti hareket noktası kabul edelim. 


Bir çok” gayretlerle, hatta üstadın da bir çok candan gayretlerile ka- 
vuşmakta olduğumvz, saf Türkçe, temiz Türkçeye acem edasile kur yap- 
makta ne zamana kadar devam edeceğiz ? 


Şiirin, edasında, lisanında,  ahenginde meziyi kusursuz ten ssül elmiş 
bir zevkin parladığını inkâr edecek değiliz... 


Fakat acaba üstaddan «Ses> deki aydınlık, güzel türkç *i beklediği- 
mizi ilâve etsek yerinde olmazmı? 


Namık Kemal gecesi 


Büyük VATAN Şairi Namık Kemalin 100-cü doğum yılı münasebetile 
Bursa halkevinde bir Namık Kemal gecesi yapılmış ve kalabalık bir halk 
tarafından tes'it edilmiştir. 

Saat dokuzda başlayan Namık Kemal gecesinde Lise Edebiyat musllimi 
Mümtaz Ergin hayatını, Namdar Karatay, kahramanlık cephesile sosyal 
inkişaf şartlarını, Maiyet memurlarından M. Ali idari cephesini, İsmet 
Pozdağ, edebi şahsiyetini anlatmışlar ve şiddetle alkışlanmışlardır 

Bilhassa Namdar karatayın kahramanlık cephesinden yaptığı tetkiki ve 
divan şairler ndeki Allab fikrile Namık Kemaldeki vatan fikrinin müşte 
rek hususiyetlerinin mukayesesi Kemal için yapılan tetkiklerin en oriji- 
nalidir. 


veda çayı 


16 İlk kânun tarihli cuma günü akşamı saat beşte halkevinde Bursa 
Müze Müdürü Naci Kumun Adana Müze Müdürlüğüne nakli münasebetile 
bir. çay verilmiştir. 


ig 


Çaya bütün Halkevi mensupları davetliydi. Başkan Tevfik Aycanın; 


halk 
Müd 


ine hasbi bir gayret ve fedakârca çalışmalarile yardım eden Müze 
Naci Kuma ev namına açık teşekkürlerini bildiren kısa va sarih 


'hitabesinden sonra, Naci Kum ayrılmaktan duyduğu teessürü beyan etmiş 
ve aşağıya dercettiğimiz Bursa için yazdığı destanı okuyarak mukabele 
etmek süretile toplantı nihayete ermiştir. 


Bursaya veda hatırası 


Hayal aleminde yaşayan cennet 
Ona kavuşmaktır canlara minnet 
Yeşil, adı olmuş, Zümrüt, evsafı; 
Burada bulunur herşeyin safı 
evsafını açtım güzel Bursanın 
Meftusuyum ben ezel Bursanın 
Türkün öz tarihi burada metfun 
O parlak devre gönüller meftun 
İstanbula bakar yüce, Uludağ 
Kaplıcalar eder hastaları sağ 
Bağlarında biter türlü şeftali 
Güzeller. gezinir ahu misali 
Tab'an şair olur Bursada insan 
Bu vecdü aşk ile tutulur lisan 
Tarihi olimpi sarar vilüler 
Bursa ovasına verir can ve fer 
Gümüş ayna gibi abulyont gölü 
Bağrında dirilir can veren ölü 
Güzel ılıcaları vasf etsem değer: 
Gemlik iştiyakla kıskanır meğer 
İznik, tarihile dilde efsane 

lncil yaprakları kudsi nişane 
Uludağ önünde yaslanmış durur 
Vuslatina eren arttırır sürur... 
Orada yaşayanlar çekmesin keder: 
Ülvi manzarayla kederler gider. 


Onu methe yetinez kâatla, kalem. 
Görmeyenler çeker deruni elem.. 


Osmanlı savleti burada başlar. 

Yeşillik haşmeti ruhları okşar. 
Marmaraya hakim seyranlı başı, 
Ağlayıp gelenin diner göz yaşı, 


19-12-1940 
Bursa saat 17 

Halkevinde 
Bahçelerde şakır şeyda bülbüller: 
Tarlalarda biter nadide güller.. 
Gür bir yeşillikde düyar bir huzur. 
Ruhlara serpilir teselli, surur. 
Misi boğazından çağlar şevk ile 
Göz, gönül açılır seyri zevk ile 
Yeşil adacıklar gögsünde yüzer 
Biryanını kadim ulubad bezer. 
Mudanya uzatmış İstanbula el. 


Orhangazi ona dayamıştır bel. 
Gölünde uçuşur telli turnalar 
Kılıç arslan namı dehşetler salar. 
Yenişehir: Osmanlının beşiği 
Orhaneli dağ içinda münzevi: 
Gür, yeşil çamlıklar örtünmüş bitevi 
Kirmaslı dır şimdi. M. Kemal paşa 
Cümhuriyet feyzi çıkarmış başa 
Karacabey vamı Fatihden nişan 
—Hara— sile saldı yurda şeref, şan 
Bursa ili, namı Hudavendigâr 
Naci diler senden ey perverdikâr 
Sahrasında halâ alplerin izi. 
Bu eşin cennete iletir bizi 
Uludağ ardında bakar uzaktan 
Destan yankılayız her bir bucakdan 
inmek ona yaraşır. 
Çünki ebedinin adını taşır. 
Ovasında zengin sürüler ürer 
Gayyur çifteileri selayı sürer 
Köylü ile, kendile ulusun yi 
Türklüğe bağışla yurdu, diyari. 
k N. Tum 


— 797 — 


Bir müsamere 


Kız Lisesi bir müsamere verdi. Bu müsamereye bedii bir ziyafet, bir 
sanal ve samimiyet gecesi de diyebiliriz. 


Bu, çok ender senelerde ve çok ender mekteplerin verebileceği olgun 
müsamere için uzun bir methiyeden başka bir şey yazılamaz. Kısaca: En 
titiz tenkidin bile kuşkulanmadan rahat kalacak ve harcanan saatlere asla 
acınamıyacak bir gece geçirdik. Müsamerenin yalnız proğramını tetkik et- 
mek, onun ne büyük bir emek ve itina mahsulü olduğunu göslerir. Piye- 
sin, ön plâna konulmasında büyük bir isabet var. Rondlar, Tablo plastik, 
Tablo minikler, danslar ve bunların tertibinde gösterilen itina, en küçük 
telerrüatın bile hesaplanmış olduğunu, sanatkârâne bir zihniyetin yanı ba- 
şında, bir hendese ve riyaziye görüşünün eksik olmadığım gösterir. 


Reşat Nurinin senelerdenberi defalarca seyrettiğimiz «Ümidin Günesi» 
bilhassa Tomris, Meliha ve Nüketin samimiyetinde, muharririnin özleyece- 
gi kıvamı bulmuş ve muvaffakiyetle temsil edilmiştir. 


İnfilâk sahnesi ve Tomrisin, Altürist bir ruhun taksiratsız sebeb oldü- 
ğu facra karşısındaki meyus ve şaşkın izdirabile sahneye girişi, sadece sa- 
mimi, sadece tabii değil, ayni zamanda sanatkârâne idi,. 


Samimi olmak, piyese intibak etmekle mümkün, fakat küçük bir jeste 
en büyük izdirabı koyabilmek ancak sanatla kabildir.. Tomris o sahnede 
bunu yaptı, 


İkinci eser «Para delisi» isimli bir komedidir. Burada, eserdeki bütün 
güçlüklere rağmen, mükemmel bir hasis tipinin karikötürünü muvaffakiy- 
yetle temsil edebilen Güzinin ismini zikr etmek lâzım gelir. Bizi, o sahne- 
nede—erkeğin kadına temsil ettirildiğini unutturacak bir sanatla—Tam bir 
hasis ve tam bir dünyalık delisi ihtiyarın karşısına çıkardı. Piyeğin ikinci 
perdesindeki Münkir—Nekir sahnesi, jest, mimik, ses gibi sanatkârın, Ak- 
sesuvar, montaj gibi rejisörün, konuşma ve mevzu orijinalitesi gibi müelli- 
fin titiz yaratmasını bir arada ve tam bir ahenk içinde “buluyoruz. Sa- 
natkârâne bir itina ile, estetik bir anlayış bu sahnede kusursuz bir muva- 
sidir. 


Uzun, bol, ve siyah mantolu, siyah külâhlı, siyah tırnaklı ve balolar- 
da kadınların kullandıkları siyah maskeli o ne güzel minkir ve ne sevimli 
nekirdir. Gayenin derinden gelen pürüzlü sesi mevzua güzel intibak et- 
mişti. 


ğa 


Kondlar ve tablolar : umumiyetle güzel olmasına rağmen, zeybek ve 
«Verdi» nin «Rigoletto» sundan alınmış «Bahar dansı» bir mektep 
sahnesinde görülebileceğin en güzelidir. Bu danslarda ve aldığı diğer va: 
zifelerde, harikülade bir intibak ve duyuş kabiliyetile Melihanın temayüz 
ettiğini görüyoruz, 


Müsamere mektep müdürünün kısa ve orijinal hasbihalile nihayetlendi. 
Vaktin çok geç olduğunu düşünemiyoruz. İçimizde sanat ve güzelliğin ya- 
rattığı cazip bir dünya var. 


Vakit geçirme ve eğlenmek için gidilen her yerden çıkarden olduğu 
gibi kendi kendimize soruyoruz! Harcanan zamana acımakmı lâzım? 
İçimizin en samimi en riyasız sesi cevap veriyor: Hayır... 

Teşekkür etmek borcumuz, temenni etmek vazifemizdir; Diğer liseleri- 
mizden de ayni muvaffak olmuş temsilleri bekliyoruz. 


Uludağ 


Rudyard Kipplingin “eğer, isimli 
bu şiirinin tercümesini eski Muhit 
mecmuası kolleksiyonundam çıkardık. 


Klâsik değe 
larımıza susuyoruz. 


düşünerek. okuyucu" 


Eğer etrafında her kes şaşırırken ve şaşırmadığın için sana kızarken, 
Sen aklını başında tutabilirsen; Eğer her kes senden şüphelenirken kendine 
Güvenin olursa, bununla beraber onların da şüphelerinin sebeplerini 
Anlamağa çalışırsan; eğer beklemesini bilirsen ve beklemekten usanıp 
Bıkmazsan, veya senin için yalan uydurulduğu halde sen yalana Dolana 
düşmezsen, eğer sana kin besledikleri halde sen kendini kine Kaptır 
mazsan, bununla beraber başkalarından fazla iyi, başkalarından fazla Akıllı 
görünmezsen, ve kendini hayalâta esir etmezsen; eğer düşünebilirsen Ve 
işin düşüncelerden ibaret olmazsa; eğer zalerlede felâketle de Yüz 
yüze geldiğin zaman bu iki yalancıya karşı muamelen bir olabilirse; 
eğer söylediğin hakikatın hilekârlar tarafından ahmakları aldatmak için 
dolaşık bir hale getirildiğini görürde buna tahammül edebilirsen; eğer 
Üstlerine titrediğin, hayatını verdiğin şeyleri kırılmış görürde eğilip 
Eski avadanlıklarınla onları tamire sabrın olursa; Eğer bütün kazan 
dıklarını bir yığın yapıp hepsini bir zarın şansına atmak cesaretini 


Gösterebilirsen, ve gaip edip yeni baştan kazanmağa girişirsen ve ziyanını 
için ağzından tek bir şikâyet sözü çıkmazsa; Eğer yüreğinde ve sinirlerinde ve 
Adalelerinde kuvvet kalmamışken, sende ancak onlara «—Sebatl..» diyecek 
iradeden başka bir şey yokken onları kuvvetlendirebilirsen ve 'sebat ile 
çalışmağa Devam edersen; Eğer kalabalıklarla yatıp kalkarda doğruluktan 
Ayrılmazsan; veya kralların meclisinde bulunurda halkla arkadaşlığını 
bozmazsan; Eğer ne düşmanların ne dostların seni tesirleri altına İamazsa; 
Eğer her kesi sayarsan fakat hiç birine öyle fazla ehemmiyet vermezsen; 
Eğer koşunun son gevşeklik bağışlamaz dakikasında bütün koşu de- 
gerindeki 60 saniyeyi Doldurabilirsen ; 

o zaman dünya ve içinde her ne var ise senin olur, ve © zaman 
— Asıl mühimmi bu: — Kendin adam olursun oğlum. 


Rudyard Kippling 
(1863) 


Etnoğrafya incelemeleri 
İptidai İğdişçilik (*) 


Rıza Yalgın 


Türkiyenin muhtelif yerlerinde bilhassa, göçebe olan Toros Türkmen 


yürükleri içinde yaptığım Etnoğrafya incelemelerinde İğdişçilik bahsi en- 
teresan bir süjedir. 


Etnoğrafya ilminde en iptidai âdet ve san'atların en eski bir milletin 
mali olması bâbsı: ilim aleminde tereddütsüz kabul edilmiş bir akidedir. 
Bunun böyle olmaması için hiç bir sebeb te yoktur. Bu akideye nazaran 
Türk vatanında Türk olarak yaşiyan meskün ve göçebe bü unsurların 
asırlardan beri bilgi ve hafızalarında taşıyıp getirdikleri Folklör ve Elnoğ- 
rafya malzemeleri her halde bu milletin eskiliğine ve 
bir miyardır. 


medeni durumuna 


İlk defa hayvan terbiyesini ve hayvanlardan istifade etmesini keşf &- 
den Türk milletinin hayvanlar üzerinde yaptığ: binlerce tecrübeleri bilmem 
burada yazmıya lüzum varmıdır. a 


Bu bahsin bir tanesi belki birincisi İğdişçiliktir. Koyun ve Keçileri iğ- 
diş etmeğe başlayan Türkler bu ameliyatı ilk defa dişle yapmış oldukları" 


(9) Buna kadım etme de denir. 


PE yen 


ma dair rivayetler vardır. Biz bu telkik yazımızla bu işin hala yaşamakta 
olduğunu göstermek istiyorez. (*| 

Dişle iğdiş bahsına girmeden önce Anadoluda gördüğümüz diğer iğdiş 
usullerinden de bahs etmek istiyoruz. Bugün koyun ve keçi sürüler ile 
yaşayan, bazan meskün ve çokça göçebe olan Türkmen ve ya yörükler 
beş türlü iğdiş ameliyesi bilirler. 


— Makine İğdişi 
— Çekme İğdiş 
— Burma İğdiş 
—-Dövme İğdiş 


Www 


Makine ile koyun v. 
senelik kadar yakin bir n 


eçileri İğdiş etme usulü, Yürükler arasında on 
taşımaktadır. Bunu severek kullanırlar. Ma- 
kinadan evvel koyunun ve davarcıların kullandıkları iğdiş etme usulleri 
öz be öz ata icadı olan Çekme, Burma, Dövme ve Dişleme usulü iğdiş 
etme san'atıdır. 


Çekme adı ile anılan iğdiş ameliyatını ilk defa Torasların Binboğa 
dağında Kocarharmandalı oymağında Göğşen kâhyada gördüm. Kâhya 
bir yaşına basmış koçları ve ayni yaştaki çepişlerin (Erkek keçi) ayakla- 
rını çobanına sıkıca tutturup hadımlatıyor. bu ameliyat şöyledir: Hayva- 
nın yumurlalıklarını sağ eline alarak, sağ baş parmağı ve şahadet parma- 
ğı ile ve sol elin parmakları vasıtasıyle hüsyelerin koyunun bedenine bağ- 
layan damarlarını kuvvetlice oğuşturulur. Bu iş üç beş dakika sürdükten 
sonra keskin bir çakı ile yomurtaları muhafaza eden deri, şakulen ki - 
rek yumurtaların içi çıkarılır ve damarların masaj edildiği yerden kesile- 
rek yumurlalar atılır yerine bir miktar katran sürüldükten sonra boşalan 
yumurta kesesi yerine getirilerek ameliyat biter. 

Burma usulu ile yapılan iğdiş ameliyatında bıçak, çaki kullanılmaz ve 
hayvanın hiç bir yeri kesilmez. 

Burma usulü ile yapılan iğdiş'leri ilk defa Ereğlinin Berendi köyün- 
de gördüm fakat sonraları Beğdik ve diğer aşiretler arasında çok defa 
inceledim. 

Burma usulü ile iğdişleme, tıpkı çekme iğdiş gibi oyumurtanın eller a- 
rasına alınarak oğuşturulduğunu gördüm. Fakat bu oğuşturma işinden sen- 
ra, mahir iğdişçi yumurtaları kesmeğe lüzum görmeden kesenin içindeki 
damarları san'atkâr ve alışkın parmakları ile bırbirlerine dolayarak bağlar 
ve burar, Bu suretle yumurtaya giden menfezleri: damura uğratarak hay» 
vanı iğdiş eder. 


(1 İğdişçiliğe kiymetli bir vesika olan Dövme iğdiş ve dişle iğdli Toleğrafları 
klişeden gelmediği için koyamadık, Okuyucularımızdan ve maharrirden 
özür dileriz. Uludağ 


e 


Bu ameliyatta İğdişçinin usta olması şarttır. Aksi halde çalışma bey- 
hude olur. Yörükler Burma iğdişi, çekme iğdişten daha makbul - sayarlar. 


Dövme wsulü ile yapılan iğdişler hemen Umumi gibidir. Bilhassa To- 
rasların Adanaya 120 kilometre şimalinde dağlar arasında pek iptidai bir 
halde bulunan Karatepeliler dövme iğdişinden başka iğdiş bilmezler. 


Dövme iğdiş işine iki tahta ve bir keser veyahut küçük balta ile baş- 
lanır, tahtanın biri yere diklemesine konulduktan sonra hayvanın yumur- 
talar ile bedeni arasındaki?damarlar tahtanın diklemesi üzerine iyice yer- 
leştirilir; iğdişçi sol eline aldığı küçük bir tahta parçasını damarların alt 
tahtaya müvazı olan yerine dikleme olarak tutar ve sağ elindeki keser 
Balta ve bunlar da bulunmazsa taşla üst tahtayı hafifçe dövmeğe baş- 
lar onbeş yirmi hafif darbeden sonra hayvan iğdiş edilmiş sayılır. 


Dişle iğdiş etme usulu ve ameliyatı; bu gün Dünyada kalmamamış gi- 
bidir. Vaktiyle bu usulün Macaristanda tatbik edilmekte olduğuna dair 
bazı Etnoğrafyacılar bize malümat vermektedirler. Orta Asyada ve Tür- 
kistanda bu işin, yani dişle iğdiş etme ameliyatının yakın İzamanlara ka- 
dar devam ettiği fakat bu günlerde artık böyle bir adetin kalmadığı 
malümdur. 


Halbuki I-Ağustos 1940 tarihinde Etnoloğ Âhat Ural ve oğlum Do- 
gan Yalgının huzurunda Bulgar dağında Türkmenlerden Bakşiş aşireti ih- 
tiyarlarında 65 yaşlarında küçük Hasan adında bir adamın hala bu çok 
eski iğdişçiliği tatbik Etmekte olduğu görülmüştür. 


Küçük Hasan'dişile yapmakta olduğu iğdiş ameliyatının çok eski oldu- 
3unu bilerek : «Oğullar; Bu iğdiş Atalarımızın en ünlü bir iğdişidir. eski- 
den aşiret sade dişle iğdiş ederdi. Bugün makinalar çıktı amma ben bu- 
na alışmışım başka çeşit iğdiş bilmem » 


Küçük Hasan dişle iğd şin savap olduğunu da kayt etmiş ve bu san- 
atın bize en eski tekniğini öğretmiştir. Ameliyat: yumurtalara giden da- 
marları ön dişler arasında sıkıştırarak damarlarını yerinde ve içinde fa- 
aliyetine son vermekten ibarettir. 


Dünyanın bütün hayvanlarını ilk defa ehlileştiren Türkler, bunları bir- 
çok keşifleriyle faydalı olmaya bu suretle muvaffakiyet temin stmiş ol- 
duklarını tarihten sonra bir defada Etnoğrafyanın bir tek maddesinde gör- 
müş olmakla müftehiriz. 


Rıza yalgın 


Bir Anket' Manasebetile 


N. Konsonantı 


Dr. Tahsin Banguoğlu tarafından « Ana hetlarile Türk Grameri» adlı 
bir eser basılmıştır. Bu eserin dikkate değer kıymetli tahlilerini okuyup- 
ta dilimiz hakkında derin bir kıvanç duymamsk mümkün değildir. Bunun 
için derin bir ihtisasa lüzum yoktur. İyiyi kötüden ayıracak, Doğruyu yal- 
nışla karıştırmayacak kadar bir zevk ve bir mantık sahibi olan herkes bu 
değeri görebilir. 


Yalnız, Fonetik bahsinde, konsanantların taksimatında;, N konsonantına 
neden ayrı bir yer verilmemiştir; bunu anlayamadım. Bunun neticesinde; 
konsonantların benzeşmesi, ses düşmesi, ses türemesi gibi haller arasın: 
da N harfinin özelliği hesaba katılmamıştır. 


Bu alandaki ihtisasından değil, konuştuğum ana dilinden mülhem ola- 
rak diyebilirim ki, N konsonantı, diğer bütün konsonantlardım: ayrılacak 
derecede bir Geniz konsonantıdır. Diğer bütün konsonantları denedim, 
burun kapalı iken sz.çok normal ses verdihleri halde, N Konsonantı güç, 
lükle söyirniyor. Burdan anlaşılıyor ki, taksimatta N konsonantına özel 
bir yer vermek gerektir, 


Taksimatta özel bir yer aldıktan sonra N konsonantı, kendisinden 
sonra gelen bir vokalle veya bazı konsonatlarla okunurken, ses değiştir- 
mediğini, başka bir takım konsonatlarla yan yana gelince, bir ses değişi- 
minin belird ğini söylemek icap ediyor Meselâ: | bitkin adam, yaptığın 
iş, hızını, huyunun, gelene, örgüsünü, monografi, nöbet) kelimelerinde N 
den sonrala,i,ı,u,e,ü, o, ö | vokalleri geldiği için N konsonantı 
temamile okunuyor. (Senin mi? onun mu? yazdığın mektup, olan manevi, 
bırakın hızını alsın) kelimelerinde N den sonra bilhassa (m) ve gırtlak 
konsonantı elan (kb) konsonantı gelince, yine N konsonantı okunuyer ve 


pi ka 


ses değişimi meydana gelmiyor. 

Fakat şu misale dikkat edelim: (kelimelerin son hecelerinde| derken, 
burada N konsonantı üç yerde kullanılmıştır. Birinci ve üçüncü N kon- 
sonanltı, ikinci N konsonantına benzemiyor. İkinci N konsonantı, (lı) gırt- 
lak konsonantı ile yan yana geldiği için tam N sesi veriyor. Fakat bi- 
.rincisi (s) üçüncüsü (d) konsonantları ile yan yana geldiği için genizden 
söylenen bir ses haline çevriliyor; tıpkı Araplardaki «idgamı maalgunne» 
şeklinde söyleniyor. Demek ki N konsonantı ile (s) ve (d) konsonatları 
yan yana gelince, N nin normal sesini değiştirmeksizin öbür harfe geçe: 
miyoruz. Nitekim bu misalimizi istediğiniz kadar çoğaltebilecek durumdayız. 

Alsın kora kış hizini. ki 
Vurgunların yerleri değişir. 
Ö, yensin pehlivanı. 

Bazanda siz bize geliniz. 

Ben yavaş yavaş yürürüm 

Se gittikç bu işe alışıyorsun. 
Arabanın tekerleği kırıldı. 
Esen rüzgârlar ağaçları kırdı. 

Bazan da (m) ye çevrilecek kadar bu değişiklik meydana geli 
yor. Meselâ; | ben bir öğretmenim. | Buradaki (ben) kelimesini (bir) 
kelimesile yan yana kullanırken, (bem bir) şeklinde kullanıyoruz. Bu mi- 
salimizi de çoğaltabiliriz! son bahar koşüları yapıldı gibi. Demek ki N 
den sonra B gelince, N, M ye çevriliyor. 

Bu misaller, asıl kelimenin ortasında da görüyoruz. Meselâ: Ankara, 
Antalya, tandır, mangır, kendi, düşünce, karanlık, karanfil, bundan  son- 
ra, kelimelerindeki N ler gibi. 


Perşembe, çkrşamba, ambar, İstanbul kelimelerinde ise N varken dü: 
şüyor, onun ye 


ine M geliyor. 


Başta dil işlerile ilgili bulunan Dr. Tahsin Banguoğlu olmak üzere mi- 
tehassıslarımızın buu göz önünde bulundurmalasmı, bu küçük incelemem- 
de bazı beceriksilikler göstermişsem, bunu iyi “iyelime bağişlamaların 
dilerim, M. Adalar 


Hikâye 


Değişen Adam 


Celâl Sıtkı Gürler 


O adamı her kes gipte ile seyrederdi. Hayatından müştaki olanlara © 
adam bir saadet abidesi görünürdü, Tebessüm ve kahkayı bir saadet tılsı- 
mı sayan yuvalara şaşmayınız. Hayatta suratını aynada gören enayiler 
çoktur. Aynamın aksettirmediği  iztirabı bir budalanın görememesi ayıp 
sayılmaz. İçi kan ağlayan adamın suratına maske takıp sırıtmasını hakikat 
sanan safdiller ne kadar gülürçtür. Bu gülünçlük dünyanın kepazeliğini 
baykıran güzel bir hadisedir. 


Çünki gü- 
hareketin vicdanımızdeki 
gildir. O adamı 
sf ve çok — acaiptir. 


bir paskalya palyaçusu şekline sokan 
Palyoço iztirabından kivransa bile sırıtmağa ve kahkaha | fırtlatmağa mec- 
burdur. Bu mecburiyetin mide ile sıkı bir münasebeti vardır. Bu münase- 
bet kesildiği takdirde derhal ziller çalınır ve gözler fersizleşir. Ruh, vücu- 
dun tahanımül edemediği biyolojik iztirabı  sırılmasile susturur. Mide do- 
lunca mesele kalmaz. 


Hayat ne kadar sathidir. Bir adam düşününüz. Karısı ve çocuğu ile 
geziyor. Karısının gözleri sezdirmekten ürkerek endişe ile kocasını süzmek- 
tedir. Kocasıda sevmek için, Hakikat için ve vicdanıni bir sürü ihanetin 
acabalarından kurtarmak için karısına bakmaktadır. Yolda giderlerden mev» 
zu gâyet basittir. 


— Bu gün hava gezel. 
— Evet 

—- Yarında güzel olacak. 
— Galiba. 


Ruhları çapraşık maammaların halli ile meşbu olan insanların böyle dü- 
pe düz ve manasız konuşmaları soytarılığın şah eserinden o başka 


ne dir ki?.. 


te 


O adam mesud olabilmek için hayatta bir sürü halinde ve dağınık bir 


şekilde öteye beriye serpilmiş olan bütün sevgilerini bir araya toplamak 
istedi 


O adam için kitap, bütün maneviyatını  çerçeveleyen en samimi bir 
dostlu. O bu dostun bütün Elemlerile, neşelerile baş başa 


kalmış ve onu 
uysal, sokulğan bir kedi gibi yanından ayırmamıştı. 


O kendi yanından ayırmadığı bu sıcak kedisine olan bağlarını birer bi- 
rer gevşeltti. Kitaplarına olan sevgisi karısını sinirlendiriyordu. Her kadının 
kafasında bü manasız mantık bütün münasebetsizliğile biçimsiz bir heykel 
gibi sırıtır. 


Bu kitep kadına tercih edilmez. Kadn sevgisinin o başladığı o gönülde 
kitabına düşkün olan sevgililerin kütüphanelerine fareler musallat o 'malı- 
dır. Kâğıt ve mürekkep kokusunu esans ve lavanta rayihasına tecih eden 
evlilerin karılarile âlâkasızlıkları gün gibi aşıkârdır. Böyle erkeklerin karı- 
larından vefa bekleyişleri karşılıksız fedakârlıklara benzer, 


Kadınların bu çeşit haleti ruhiyelerini bir alfabe gibi bilen adam mesut 
olabilmek için kitaplarını boşadı ve kitap sevgisinin bağlarını karısının sev- 
gi iskelesine düğümledi. Bu iş, bu iskeleden bir halatı çözüp öteki iskele- 
ye bağlamak kadar kolay değildir. 


Ve bu adam bunları yaparken de bir teselli noktası bulmuştu. «Hayat 
muazzam bir felsefe kitabıdır. Bu muazzam kitabın bir cüzide kadındır. 
Ben kendi sevgilerimi bu cüzün içinde toplayacağım ve kendi. kitapcığımı 
okuyacağım.» Fakat her kitap okunmadan evvel arzulanan bir varlık, oku- 
nurken meraklı bir macera ve okunduktan sonra da manasız bir eşyadır. 


Mesut olmak isteyen insanlar şu mühim noktayı unutmasınlar. 


Erkek hayat kitabının sahifelerini çabuk okuyup bitirmek istemesin! 
sonra karışmam, Karısı, evinde mevzuu anlaşılmış olan ve basit bir roman 
dan başka hiç bir kıymet ifade etmeyen bir et yığını halinde nöbet bekler 
durur, Ve bu çeşit bir yuvanın gündelik hayatı da biyolojik ihtiyaçlar 
rın isteksiz tatmininden başka bir adım daha ileri gidemez. 


Kadın bir kitap gibidir. Mesut olmak ve mesud etmek isteyen kadın, 
kadınlık mevzuunun muhatabı tarafından okâmilen anlaşılmasına tahammül 
etmemelidir. 


Ruhu bitmeyen ve meraklı bir roman gibi teru taze kalan kadın koca- 
sinin maneviyatını öldürür ve onu mesut kılar. 

O adam için arkadaşlık koparılmaz bir bağdı. O bu bağlardan kendi- 
sini tecrit ederken bir babanın çocuğundan ayrılırken çekmiş olduğü iztita- 


KE e şe 


ba benzer bubranlar “geçirdi. Ve bunlara daha mesut olabilmek için kat- 
landı. Manevi fedakârlıklar maddi kıymetlerte ifade edilmekten çok uzak- 
tır. Bunu duyan bir adam bunu tekdir eden kimselerle arkadaşlık ya- 
pabilir. 


Mesut olmak için arkadaşlık hatıralarını ayak altına alan bir adamın 
bu samimi arzusu yaptığı fedakârlıklar nisbetinde şayanı takdır olmalıdır. 


Senelerin hatıraları üzerine bir perde çekip arkadaşlık sevgilerine de- 
vam eden ve bu sevgilerini karısına hasretmek isteyen © adamı karısının 
içten anlaması ve ona ihanet etmemesi lazımdı. 


Şelkate ve saadete susamış olan insanların sukutu hayalleri gayri kabili 
tamirdir, 


Arkadaşları o adamdan gördükleri soğukluktan sonra, birdenbire Şaşırıp 
kaldılar. 


« Bizim adam değişmiş » dediler, 
« Evlenince samimiyeti bozuldu. » Dediler. 
« İnsanlar anlaşılmaz. » 
* Arkadaşlığa güven.... » 
« Zaten....» 
Dediler, dediler. 


O, yuvasının selâmeti, yuvasının saadeti için bütün bunlara granit ka- 
dar sağır ve bir balyoz gibi vakur durdu. 


O büyük güzelliklere bütün bediiyata ve iyi şeylere karşı ruhunda zabt 
edilmez bir meclubiyet taşırdı. O bülün bunlara karşı olan sevgisini karı- 
sırda toplamak istedi. Ve bunları bulasındığı hallerde bile hayalınin büyük 
yaratıcılık kudretile bütün güzellikleri karşısında tahayyül ve icad etmeğe ça- 
lişdı. Saadetini, sevgisini bu şekilde çoğaltmasını bir zevk haline getirdi. 
Hayalin kiymet verdiği güzellikler hakikatten daha sarıcı ve daha kavra- 
yıcıdır. O hayalinin yarattığı kıymetleri hakikatta olduğundan daha baha 
biçilmez bir değerle kabul etti. 


Dertler çoktur ve dertsiz adam yoktur. Saadet dertleri azaltmak ve 
teselli çarelerini bulabilmek hünerinde gizlidir. O bu hünerin hal etmekten 
aciz olduğu girift ve çapraşık yaraları bile bir ruhiyet profsörü gibi ke- 
sip attı, 


O adamâ kârısı ihanet etmemeli idi. Karısının ihanetinden sonra mesut 
görünen adamın sevgisine olan kini, kendi ruhunu  bunaltacak derecede 
şiddetlendi. 


Medeniyet Kaplumbağa kadar yaya, Hindi kâdar kanatlı ve tavuk aya- 
rında kuş beyinlidir. 


ağa 


Kaplumbağa ile Tavşan hikâyesi Loy çocukları güldürmek için yazıl- 
mıştır. Hindinin kanatlı olmaktan mütevellit gururla kabarması insanı eğ- 
lendirmeklen ziyade incitir. 


Başkaları için doğuran tavuk dünyanın en zavallı mahlükudur. 


Medeniyetin bu geriliği o adamı karısının ihanetinden daha çok mütees- 
sir ediyordu, Çünki medeniyet denilen bela bir hayır işleyerek ruhların es- 


varına muluz edip hakikatı olduğu gibi tesbit eden bir ruh makinesi henüz 
icad edememişti. 


Ve bu icadsızlıktan mülevellit bir sürü istifhamlarla o adam tam dört 
sene şüpheler içinde yaşadı. 


Gözle ve şahitlerin huzurile tesbit edilememiş suçların | ihanetle bir a 
sı lâkası yokmuş 


O adam karısının ihanetine göz yumama; 


Ve o ihanetin intikamını 
karısından kanla alacak derecede bayağı değildi. 
O adam onun için kadınlığa diş biledi ve «Karısını manen zarp etti, 


Kadınlığa resmen ilân harp e'ti» 


«Kadı 


( 


kar saf dursun dedi. 


Selerberliğini ikmâl! eden kadın savaşa buyursun dedi.» 


Beykoz 10/11 940 


GECELER! GECELERE ÖZLEM 
Ksralışİı geceler, Geç halmayım” geceler; 
Ruhum sizi heceler; deni günler zedeler. 
Sizle görür rengini, Uluklardan taşarak, 
Bulur kendi dengini Dağı taşı aşarak, 
Nasılsanız, o türlü Çabuk gelin semtime, 
okşarsmız her gönlü, Olun yine bir küme. 
Birdir sizin özü 

Yoktur iki yüzün 
Tekesiz 


Ruhum sizi pek sever, 


Gerin bana bir perde, 


Gözüm, gönlüm sizlerde. 
İ geceler, 


Gpsalenalı sale 


Ruhum sizi hep özler 


Isık Tİşık 


Altı aylık Halkevi komite faaliyetleri 


Dil- Edebiyat: 


Son beş ay zarfında kolumuzu ilgilendiren birçok mevzular üzerinde 
durulmuş, sanat ve edebiyat geceleri terlip etmek ve konferanslar hazır- 
lamak suretile çalışılmıştır. 


Temmuz, Ağustos, Eylü!, 1nci Teşrin, 2aci Teşrin, İnci Kânun ayları içinde: 


L — Paraşüt hakkında şehir dahilinde ve köylerde 47 konferans ve- 
rilmiştir. 


2 — Lozan yıl dönümü münasebetile gündüz ve gece devam etmek 
üzere amplifikatörle radyofonik konferanslar verilmiş ve bu konferanslar 
şehrin on muhtelif yerinde kalabalık halk kütleleri tarafından dinlenmiştir. 


3 — 30 Ağustos Zafer bayramı münasebetile üç gün devam eden ve 
barekâtı saat saat izah ve takip eden radyofonik bir konferans verilmiş 
ve keza şehrin muhtelif yerlerinde dinlenmiştir. 


4 -- 11 Eylâl Bursanın kurtuluşu gününde öğretmen Murat Alpalaç 
ve Muzaffer Alper tarafından halka gece birer konferans verilmiştir. 


5 — 19 Eylül gecesi”Halkevi konferans salonunda, yeni neslin sanat 
ve edebiyatını halka tanıtmak O gayesile bir «sanat ve edebiyat gecesi» 
tertip edilmiştir. Gece, kalabalık bir halk kütlesi huzurunda Namdar Ka- 
ratayın «sanatla idealizim ve realizm meselesi ve yeni edebiyat telâkkile- 
ri? Mevzulu konferansile açılmış, bunu takiben Sust Salih Asral taralın- 
dan «Yunus Emre» hakkında br konuşma - yapılmısır. Müteakiben sira- 
Celâl Sılay, İsmet Kür, Muzaffer Alper, İsmet Hozdağ, Emin Ülge- 
her, Orhan Murat Arıburnu, Halük Seren, Faruk Taşkıran, Ethem Fikri 


a 


Naci Kum, Suat Salih Asral, Namdar Karatay, tarafından şiirler okuna- 
rak toplantıya nihayet verilmiştir. 


6 — 26 Eylül Dil bayramı münasebetile Bursa gazetelerinde bu mev- 
zu üzerinde makalaler neşredilmiş ve vins petşembe gecesi bir toplantı 
yapılmıştır. Toplantı İstiklâl marşile başlımış Sust Salih OAsralın «Türk 
Dilinin bünyesi? Namdar Karstayın «Eski ve yeni dil örnekleri» mevzulu 
konferanslarile devam etmiş ve bazı gençlerin şiirlerile nihayet bulmuştur. 


7 — 10 İkinci Teşrin günü Ebedi Şef Atatatürk'ün ölümü dolayisile 
gindüz bütün gün ve fasılasız olarak muhtelif şiirler ve konferanslar amp- 
lifikatörle şehrin muhtelif yerlerine verilmiş ve gecesi Tayyare sineması 
salonunda bir anma gecesi yapılarak muhtelif hatiplerğsöz almış ve Ebedi 
Şef Atatürkün hayatı eserleri ve hatıratı üzerinde durularak Atatürk'ün 
ceneze töreni filimi ile toplantı sona ermiştir. 

8 — Bundan başka Derginin 2 nci Teşrin ve 2 nci Kânun sayıları- 
nın neşri temin edilmiştir. 


Sosyal yardım : 


1 — Yoksul okulfçocuklarına 200 liralık kitapve ders malzemesi yar- 
dımı yapılmiştır. 


2 — Çalışkanlıkları mektep idaresince tespit edilmiş 3 lise ve bir or- 
ta okul talebesinin yeme ve yatma masrafları komitece ödenmiş-ve, öden- 
mesine devam edilmektedir. 


3 — Evimiz resim atölyesinden yetişme ve kabiliyeti takdir edilerek 
Güzel Sanatlar Akedimisinin ikinci. sını ına rabul edilen bir. Bursalı tale- 
beye tahsil masrafına karşılık son teşrinden itibaren ayda 10 lira. yardım 
yapılmaktadır. 


4 — Sokakta serbest gezen kimsesiz çoc kların ikame'leri için Çocuk 
Esi geme Kurumunun da iş irakile kreş binasında «Kimsesiz Çöcuklar vur- 


du» açılması fikrinde mutabakat temin edilmiştir. e Tahakkuku için çalışıl- 
maktadır. : 


5— Halkevi binası içindeki : diş muayenehanesi: mesaisine : devam et- 
mektedir. 1-nci Kânun sonuna kadar 127 hastanın dişi tedavi * edilmiştir. 
6 — Sınırlarımızı bekleyen erlerimize kışlık hediye tedariki mevzuun- 
da Kızılay ve şehrin yardın sever  bayanlarile  işürak temin edilmiş 
ve merkezde, bayanlar merkez komitesi. teşkil edilerek, mesaisi. yakından 
takip.edilmiştir. son günlerde şehrin muhtelif 16 “dairesinde müntehap-he- 


e, 


yeller. vasıtasile mühim miktarda eşya temin edilerek Kızılaya teslim edil- 
miştir, 


7 — Hasta, yoksul ve kış dolayisile sefalete düşen vatandaşlara büt- 
çe takalına göre mümkün olan para yardımı yapılmıştır. 


8 — İlk okullardaki muhtaç çocukların daha eyi bir şerait içinde bes- 
lenmesi için Maarif müdürlüğüle temas edilerek himaye heyetleri ve daha 
kuvvetli gelir kaynakları bulmak tertibi üzerinde ça'ışılmaktadır. 


9 — Masrafı sosyal yardım komitesi * tarafından ödenmek üzere ilk 
okul talebelerine parasız ve fayda'ı filimler göslerme tedbiri alınmaktadır. 


2 inci Kânun içinde faaliyetle geçilmiş bulunulacaktır. 


-10 — İşsiz yurttaşlarla iş arayan müesseseler arasında daimi mütevassıt 
rölü oynanmakta ve buna devam edilmektedir. 


12 — 1i Eylül Bursa kurtuluşunda komite adına davetiyeli bir balo 
yapılmış ve çiçek tevzii suretile elde edilen hasılat komiteye irat kayt 
edilmiştir. 


Dershaneler kÖmitesi : 


1 — Geçen ders yılı sonunda bir ikmal kursu açılmış bu kursda Fran- 
sızca, İngilizce, Almanca, Metematik, Kimya, Fizik ders'eri verilmiş, 280 
ni kız, 560 ı erkek olmak üzere 840 talebe devam etmiştir. 


2. — Halen Fransızca ve Almanca kursları üçer devreli olmak üzere 
devam etmektedir. 


3 — İlk tahsil kursu 1, 2 ve 3, 4 ve 5 olmak üzere birleştirilerek 3 
sınıf halinde devam etmektedir. Bu kurs müdavimlerinin bilhassa maişet 
hayatına atılmış küçük ve büyük vatandaşlardan müteşekkil olması ayrıca 
bu mesaiye kıymel vermektedir. 


4 — İngilizce kursunun hazırlıkları ikmal edilmek üzeredir. 


1 — 15 Eylül Pazar günü Geçit köyü mıntıkasında senelik avcılar 
bayramı tertip edilmiş, iştirak eden mebuslar ve diğer davetlilerle, bu 
milli spor üzerinde hasbiha'ler yapılmıştır. Bu bayrama 400 avcı iştirak et- 
miş ve hareketlerinden evvel Bursada Atatürk an tına hususi bir törenle 


LE 


çelenk koymuşlardır. Bayram yeritde muhtelif atış müsabakaları tertiplen» 
miş ve bu arada uçara atış müsabakasında Minareli çavnş köyünden bay 
Muharrem ve Bursa Avcılar kü'übünden Fahri Kurşun birirei dereceyi 
almışlardır. Diğer derece alanlarada muhtelif hediyeler verilmiştir. 


2 — Eylül ayı içinde Havuzlu parkta yüzme teşvik müsabakaları ya- 
pılmış ve derece alanlara mükâfalar verilmiştir. 


3 — Köy spor yuvalarının kurulması ikmal edilmiş ve spor öğretmeni 
Dinarlı Mehmet pehlivan vazilelendirilerek her hafta bu köylerle temas te: 
min'etmiş, ve köy vatandaşları huzurunda gençlere ve diğer alâkalılara 
yurt müdafaası bakamından ilk plânda gelen süngü mebarezesi, bomba 
atımı, koşular, beden harakâtı, halat çekme ve güreş talimleri yaptırılmış 
tır. Bu faaliyet devam etmektedir. 


4 — Halkevi salonunda >Masa tenisi? o yaptırılmış ve buna muhtelif 
çağdaki vatandaşlarla bilh: serbest meslek erbabı ve talebeler tarafın» 
dan ileri rağbet gösteri! Bu faaliyete de devam edilmektedir. 


5 — Mevsimin girmesi dolayisile İnegölde tesis edilen kayak yuvası 
için mahallen temas temin edilmiş ve kursa gönderilecek gençlerden ikisi 
tesbit edilerek Uludağa yollanmışlır. Ayrıca burada kurulacak beden ha- 
rekâtı vasıtaları komitenin teması altında halk evince icab eden yerlere 
teşebbüs ettirilmiştir. 


6 — Bursaya civar ve Uludağın şimal sathı mailindeki Elma çukuru 
köyünde kayak yuvası kurulmuş ve köylü gençler bu sporu yapmağa ya- 
rayan malzeme ile teçhiz edilmişlerdir. 


7 — 15 Birinci kânun da Dimboz mıntakasında spor komitesinin leş- 
viki ile bir sürek avı tertip edilmiş ve muvaffakiyetle neticelenmiştir. Ko- 
mitece tertip edilen ve daha geniş ölçüde yapılacak sürek avı mevsim do- 
layisle halen tehir edilmiş bulunmaktadır. Bu ay içinde yapılacaktır. 


8 — 22 İlk kânunda şehir içinde mevsimin ilk sokak koşusu teşvik 
müsabakası yapılmış ve bu yarışa —144— atlet iştirak elmiş ve dörece 
alanlara mükâfatlar verilmiştir. 


9 — 27 İlk kânun da yapılan vu komitece tertiplenen Atatürk O koşu- 


sunda derece alan Ekibe Halkevi adına pronz bir heykel: mükâfat olarak 
verilmiştir. 


Ar Komitesi : 


1 —Çiçek sergisi 15—7—940 tarihinde açıldı. Her sınıf halk tarafın: 


er 


dan bu sergi büyük bir alâka ile ziyare edilmiş ve sergi de derece alan- 
lardan dört kişiye para mükâfatı verilmiştir. 


2 — 19—7—940 Günü halkevi taraçasında bir aile toplantısı yapılmış 
ve bu toplantıya —350— den fazla davetli iştirak “etmiştir. Halkevimizin 
mandolin Örkestrası tarafından çalınan seçme parçalar dinlenilmiş. Bay Mu- 
zafler, Orhan tarafındansolo oteğanniler yapıldığı gibi “muhtelif bir kora 
tarafından garp musikisi ve halk türkülerinden bazı parçalar tağanni edil- 
miştir. 


3 — Ar komitesi müzik evi mürakabe ve talim heyelile iki müşlerek 
toplantı yaparak içinde bulunduğumuz çalışma yılı içinde verilecek olan 
konserlerin proğramını tanzim ve tertip etmiştir. 


4 — Komite Fo:klor işinde devamlı bir şekilde çalışmakladir. Eski 
Bursk kıyafetlerini tesbit maksadile yaşlılardan mürekkep bir heyet bu iş 
ile meşgul olduğu gibi ay'ıca bir halk sazı ve oyunları kolu teşkil edil- 
miştir. Bu kol mahalli kıyafetlerile milli bayramlarda Halkevi önünde mey- 
dan eğlencelerinde, aile toplantılarında, ve temsil komitesinin verdiği mü- 
samerelerde yer almıştır. Ayrıca Bursaya ait Halk türküleri komite tara- 
fından derlenmekte ve notaya alınmaktadır. 


5 — 22 İkinci teşrin Cuma günü yapılan aile toplantısında  plâklarla 
garp musikisine ait seçme parçalar dinlenilmiş ve halk sazı kolunun çaldı- 
ğw Bursa halk türküleri hep bir ağızdan . söylenilmiş ve Bursanın meşhur 
*güvende» oyunu ile diğer milli oyunlar oynanılmışlır. 


Fotoğraf kısmı : 


Amalör fotoğrafçılığı teşvik ve gelişmelerini temin eden tedbir, komi- 
temiz tarafından alınmış ve haltanın muayyen günlerine ait olmak üzere 
iki zümreye ayrılmış olan amatörlere ameli ve mazari bilgi verilmekte bulu- 
nulmuştur. 


Bu maksat için bir karanlık oda vücuda geti'ilmiş ve buna ait malzeme 
temin edilmiştir: 


Fotoğralçılığın san'at haline gelm'ş bulunan dökümenter kıymeti üze- 
rinde durulmakta ve fotoğralçlığın gerek sanat, gerek halk tarafından 
tanıtılması ve anlaşılması hususunda her türlü tedbirler alınmaktadır. 


6 — Komitemizin devomlı faaliyetlerinden biri olan resim alölyesi 
faaliyeti devam etmektedir. Elli mevcudu ile haftanın muayyen günlerinde 


— 44 — 


çalışmakta ve gençlerin bu sahadaki gelişmelerine yardım etmektedir. 


Asgari proğrama göre açılmış olan Şubst “49 Resim ve: Fotoğraf 
sergisi büyük bir alâka ile karşılanmış olduğundan bu defa 23 Kânunev- 
vel Pazartesi günü yine bir resim ve fotoğraf sergisi açılmış ve kalaba'ık 
halk kütleleri tarafından zevk ve alâka ile g*zi miştir, 


Sergi bir hafta zarfında 10000 kişi tarıfından ziyaret edilmiştir. 


Gösterit Komitesi: 


1 — Memleket turnesirden döne; göslerit kolumuz 2 ci teşrin ayı 
içerisinde Beyaz Baykuş piyesini sekiz def. temsi! etmiş ve bu iemsiller 
4000 bin kişi tarafından seyr edilmiştir. 


2 — 2 nci Kânun ayı içerisinde temsil edilmek üzere Yedekçi ope- 
reti hazırlanmakta ve provalara devam edi'mektedir. 


Neşriyat Komitesi : i 
1 — Evimiz Kitap sarayının okuyuculara gündüz bütün gün gece sa- 
at 23 e kadar açık kalması temin edilmiştir. 


2 — Halkevi kurs talebelerini ve çocukları tatmin etmek gayesile ay- 


rıca bir çoçuk kitap sarayı meydana getirmek mevzuu üzerinde çalışılmak- 
tadır. 


3 — Fakir kitapsız talebenin ders kitapları ihtiyacını karşılamak üzere 
Kitep saraya yeni senenin mektep ki serisi konmuştur 


Uludağ 


YENİ İMZALAR 


EY GENÇ! 
Dedenin al kanını bağrında yaşatarak 
Son damlanı nihayet vatana vereceksin. 
Toprağına, gönülden alın teri katarak 
Kalbini bu yurt için yerlere sereceksin. 


Sen bir zaman uyurkan ananın kucağında, 

Baban canını verdi hürriyet ocağında 

Şimdi zümrüt vatanın her köşe bucağında 

İstiklâl aşkı için göksünü gereceksin. 

Asırlık tarihleri yaprak gibi çeviren, 

Binlerce saltanatı kökten söküp deviren, 

Sonunda en ışıklı ülkeye dalıp giren 

O nurlu ataların yoluna ereceksin. 

Ne mutlu, sahibisin bu güzel, yeşil yurdun 

Sesini dinliyorsun altaydaki bozkurdun 

Otağını, göklerin enginlerinde kurdun 

Savaş meydanlarından zaferler dereceksin. 
1. Ziya Uğur 

UZAKTA 

Orada kuşlar öter, güller açardı; 

Ruhları dinlendiren engin bir ahenk. 

Mehtap bir gölde nakış işlerdi renk renk.. 

gurbet gülleri hasta, mehtabı sarı, 

Vatanın güneş renkli meyvaları yok! 

Arkasında bırakmış gençlik yılları, 

O su şırıltıları şen seheri yok ! 

Hülyamı hasretiyle yakan bahar o, 

Eski senelerimin mahzun güneşli 

Dalgaları ardında kalan diyar o. 

Şimdi beynim cehennem. içim ateşli. 

Ey yurdun hıçkırarak esen meltemi ! 

Başaklara nur saçan yâr uyanmış mı? 

Şafak yüzlü gülümün alev şebnemi 

Hicranlı kalbim gibi bugün yanmışmı?.. 

TM. K. Keskinel 


Bursa Şeriye Mahkemesi 
Sicilleri 


Borca mukabil haciz 
Yevmül ahad 2 zilhicce sene 924 


Mahrusei Bursada Buzcular kethüdası olan Veli bin Mehmet fevt o- 
lup harir bahasından beyliğe an beş bin akçe omikdarı deyni olup mali 
miri hariri kahz etmeye nasbı sultani ile emin olan Süleyman bey bin 
Hamza meblağı mezburu merhumun muhâllâfatından tahsil etmek için met- 
rukâtı beynelmüslimin merâren müteaddideten mezad olunduktan sonra 
mezburun eshabından Tahtelkalâde olan şerbetçi dükkânı ve kurbunde üç 
sebze dükkânını ve dört adet dükânı ayda elli akça mükatıasile ve içinde 
olan esbabile ki, zikr olunur. Sitil, 37 adet ve tepsi 17 adet defa tepsi 
4 adet küçük sahan 5 adet ve tas 17 adet ve bir gülâptan ve badiye 7 
adet ve sini 4 adet ve badiyei köhne 2 adet ve kozganı kebir2 adet ve 
defa gülepdanı ahen 1 adet ve tancerei kebir 1 tane ve 7 adet dağar bu 
mecmuunu 3900 akçeye Hızır bin muhittin nam kimesneye satup Sinan 
reisi şelbeti bin İshak elmütemekkin fi hanı Tahtel kal'a ve kara Veli ib» 
ni Hamzai Bastani an mahallei sükulferes kefil bilmal oldular... 


ağ 


Galle pazarı hasılatının tesellümü: 


Bursadı Hassa harç emini olan Mustafa çelebinin naibi Meh'net Çele- 
bi bin hoca Hüseyin meclisi şer'ide ikrar ve itiraf edüp dedikim: Galle 
pazarı emini işbu müşarünileyh Boslan çelebi bin ayas yedinden galle pa- 
zarının Ramazan ayı mahsü'ünden 8756 akçe kabz eyledim, dedükte; mak- 
buzu minh Emin Bostan çelebi vicahen tasdik eyledi. Badehu mezkür 
Mehmet çelebi ikrar edüp dedikikim, mezkur Bostan çelebi yedinden Galle 
pazarının zilkade mahsulünden 18842 akçe kabz eyledim dedükte makbu- 
zu minb Emin Bostan çelebi vicâhen tasdik eyleyip septi sicil olundu. 
yevnül ahad ? zilkicce 924 


pan mahsülünün tesellümü: 


Bursa hassa harç emini olan Mustafa çelebinin naibi Mehmet çelebi 
bin bacı Hüseyin meclisi şer'ide ikrar ve itiraf edüp dedi kim işbu mü- 
şarünileyh kopan emini olan Süleyman çelebi yedinden kopan o mahsulün- 
den 4200 akçe kabz eyledim. dedükte makbuzü minh Süleyman çelebi da- 
hi vieshen tasdik eyledi 

Yevmül ahad ? zilhicce sene: 924 


Muhtelif vergilarin ihal 


Yevmül ahad 2 zilhicce 924. Bursada olan resmi zindan, resmi arus 
ve resmi Ziraf ve resmi mekreke (?) ve resmi çöp işbu sene 924 zilhic- 
cesi gurresinden bir yıl tamam olunca 80000 akçaya işbu omüşarünileyh 
çelepli bin hacı İlyas kabul edüp nefsine kefil talep olundukta ve zararı 
male hacı Sinanül hallaç anmahalli elmalık ve yusüfül lelüti an mahalli 
İncikerler (İncirli olmak gerek! ) ve pir ahmedil hayyat  anmahalli ahmet 
dâi kefil oldular. septi sicil olundu. 


———————————— 
Dil—Edebiyat Komitesi tarafından çıkarılır. 
Sahibi ve neşriyat müdürü Halkevi Reisi avukat 
Tevfik Aycan 


15 Kuruş 
Bursa YENİ Basımevi